E. Sömürgecilik Sonrası (Post-Colonialism)[122]
Basit
bir tanımla sömürgecilik, askeri ve siyasi güç kullanarak, ekonomik açıdan
hammadde ve ucuz işgücü kazanılabilecek yabancı bir toprağa girmek ve buna
uygun şartları yaratıp bu durumun idamesi için çaba göstermektir. Bu terim,
aynı zamanda yabancı işgal güçleri ile yerli halklar arasında sürekli artarak
devam eden sömürgeci güçler lehine kültürler arası alışverişi, etkileşimi ve
karşılaşmaları da içerecektir[123].
Dinlere
yönelik sömürgeci tavırların izleri sömürgeciliğin etkin olduğu yıllara kadar
gider. Söz gelişi 1847’de İngiliz teolog Frederick Denison Maurice, The
Religions of World (Dünya Dinleri) adlı çalışmasında dinlerle ilgilenen
akademik bir disiplinin, öncelikle öteki ülkelerle ticaret işine girişen,
onları fetheden veya onları hakimiyeti altına almak ve bu hakimiyetini
sürdürmek isteyen bir ulus için yararlı olacağını açık bir dille belirtmişti[124].
Daha
yakın bir dönemde (1958), Amerikan Dinler Tarihçi Huston Smith, The
Religions of Man (İnsan’ın Dinleri) adlı eserinde Amerikan Hava
Kuvvetleri’ne özel olarak verdiği Dinler Tarihi konferansları dizisinin çok
yararlı olacağını umduğunu zira bu tür bilgilendirmelerin bir gün önemli
işlevler göreceğini belirtir. Söz gelişi ona göre belki ileride, incelemekte
oldukları kavimler veya onların güçleri, Amerika için müttefik veya düşman veya
askeri işgal unsurları olabilecektir[125]
Günümüzde
pek çok alanda olduğu gibi din bilimleri alanında da çoğunlukla antropolojik
araştırmalarla üretilen din hakkındaki Batı menşeli bilgilerin, sömürgeci
güçlerle yakın ilişki içinde olduğu ileri sürülmektedir. Söz gelişi Ortadoğu
kökenli Edward Said, 1978’de yazdığı ve 1993’e kadar pek çok baskısı yapılan Orientalism
(Şarkıyatçılık) adlı eleştirel eserinde, sömürgecilik ve sömürgecilik
sonrası dönemlerde sosyal ve kültürel antropologlar başta olmak üzere batılı
bilim adamlarının oynadıkları etkin rolleri geniş olarak anlatmaktaydı. Ona
göre Oryantalizm, Batı kaynaklı metinlerdeki basit Doğu algısı değildir. Aksine
bu sömürgeci bir ideolojidir ve daha çok, Batılılara ait Doğu hakkındaki
jeopolitik bir bilincin, estetiksel, bilimsel, ekonomik, sosyolojik, tarihsel
ve felsefi metinler içinde yayılmasıdır[126].
Aynı
şey tarih için de düşünülebilir; söz gelişi sömürgeci güçler için sömürülen
topraklardaki insanların/kavimlerin yerel tarihleri hakkında sağlıklı bilgi
olmaksızın, o topraklarda tutunmak imkansızdı. Bu yüzden sömürgecinin
arzuladığı kognitif yapı, “tebaa/hizmetkar olma, hatta sömürgeciliğe uygun
olarak hayatı anlamlandırma ve sömürgeci gücün o topraklarda istikrarı” olarak
belirlenmişti. Sonuçta sömürgeci güçler için bu konuları tahlil edecek yeni
akademik metotlara ihtiyaç vardı[127].
Avrupa
sömürgeciliği sadece İngiltere[128]
ile sınırlı değildir, İspanya, Hollanda, Fransa, İtalya, İskandinavya ülkeleri
de muhtelif dönem ve yerlerde sömürgeciliği yürütmüş ve bunu küresel bir
fenomen haline getirmişti. Sömürgeciliğe fayda sağlayacak çalışmalar listesinin
en başında, tarih, etnografya, antropoloji gibi doğrudan “yerel halkların
kimliğini merak eden ve bu konuda sömürgecilerin merakını gideren” çalışmalar
olmuştur. Tabii olarak Amerika yerlileri, Afrika, Ortadoğu, Güney Asya, Doğu
Asya ve Büyük Okyanus gibi bölgelerdeki insanların dinleri, inanç kültleri de
sömürgeciliğin meraklandığı alanlardı. Dinler Tarihi’nin sömürge ve sömürge sonrası
dönemlerdeki durumu ile gelecekle ilgili kaygıları, metodoloji çalışan Dinler
Tarihçiler için önemli bir fenomen olmuştur.
Biraz
daha somut bir ifadeyle Dinler Tarihi geçen bir buçuk asır içinde bazı dönemler
sömürgeci devletlerin milli politikasına hizmet etmek gayesiyle kullanılmıştı.
Söz gelişi bu devirlerde disiplin, mahalli kültürleri “tanımak, yararlanmak ve
kontrol altında tutmak”gayesiyle siyasi ve tarihsel hak iddia eden güçler
tarafından nüfuz altına alınmak istenmiştir. Bu etkileri dönemin Dinler
Tarihçilerinin çalışmalarında açıkça görmek mümkündür. Söz gelişi; İngiliz
Dinler Tarihçiler, klasikler ile Doğu ve Afrika dinleri çalışmalarına, Fransız
Dinler Tarihçiler, Afrika dinleri ve klasiklere, İtalyan Dinler Tarihçiler,
klasik döneme, Alman Dinler Tarihçiler, Asya ve Yakın Doğu araştırmalarına,
Hollandalılar, Endonezya ve Afrika dinlerine, Danimarkalı ve İsveç Dinler
Tarihçileri, Yakın Doğu ve Asya dinlerine yönelmişlerdi[129].
Daha
öznelleştirirsek Dinler Tarihi bağlamında ilk dönemin kendini sömürgecilikten
arındırdığı tam olarak söylenemez. Nitekim Friedrich Max Müller (Ö. 1900)’in
modern Dinler Tarihi disiplininin kurucusu olarak 1870 yılında verdiği bir
konferansta İngiliz sömürgecilik ve emperyalizm kültürünün kendi akademik din
çalışmalarına maddi ve manevi destek olduğunu açıkça itiraf eder. Dahası
Mukayeseli Din Bilimi’ni geliştirirken Müller, diğer teorisyenlerle[130]
birlikte hareket ederek İngiliz sömürge merkezleriyle taşradaki sömürge
toprakları arasındaki uzaklık ve farklılıkların giderilmesi ve ilkel
dönemlerdeki ataların karakteristiklerini yerinden görülmesi için
çalıştıklarını açık bir şekilde söyler[131].
Hatta Müller, biraz daha ileri giderek “böl ve yönet” (divide et
impera) şeklindeki Latinlerin sözünü Dinler Tarihi’ne uygulamaktan çekinmez
ve onu “tasnif et ve fethet” (classify and conquer) şekline dönüştürür[132].
Zaten Müller, başta Rig Veda’nın İngilizce edisyonu için gerekli finansman
kaynağı olmak üzere Hint kültürel mirası konusundaki uzmanlığının maddi
desteğini, sömürgeci Doğu Hint Şirket’ine (East India Company) borçlu olduğunu
açıklamaktadır. Buna ilave olarak o, din ile ilgili teoriler için gerekli
“hammaddelerin” sömürgelerden gelmesi gerektiğini söylerken[133]
aslında toplanan bu malzemelerin “metropolitan” merkezlere taşınıp buralarda
emperyalist amaçlı din çalışmaları yararına kullanılmak üzere işlenip
teorileştirilmesi gerektiğini anlatmaktadır.
Bu
bakımdan pek çok çağdaş Dinler Tarihçisine göre Müller ile beraber dönemin bir
çok bilim adamı, sömürgecilik bağlamında “fazla masum” değildir. Hatta onlara
göre bu bilim adamları, mukayese metodunu öncelikle “taşradan” gelen ve farklı,
exotik ve “vahşi dünya” olarak değerlendirilen yabancı yerlere ait bilgiler
için kullanmaktaydılar ve bunu yaparken de dinin kaynağı konusunda dönemin baskın
teorisi, evrim anlayışına göre hareket ediyorlardı[134].
Sömürgeciler
ile din bilimleri arasındaki ilişki özellikle çağdaş Dinler Tarihçilerin
dikkatinden kaçamayacak ölçüde derindir. Özellikle Amerikan kökenli din
bilginleri, eski dönem sömürgecilik konusunda Avrupalı meslektaşlarının daha
özeleştirili davranması gerektiğini ve bunun gerçek bilimsel çaba olacağını
belirtirler. Bunun yanında Avrupalılara ait din bilimlerinde muhtemel ileri
sömürgecilik teorileri (post-colonial theories), metodolojik sorun olarak
önemli din bilimi dergilerini meşgul etmektedir. Söz gelişi çağdaş bazı Dinler
Tarihçiler, söz konusu modern sömürgecilik döneminde baskın kültürün etkisi
altında melezleşen pasif kültürlerin oluştuğunu ve melez yerel kültür ile üstün
ve baskın olan kültür arasında senkretik bir durumun ortaya çıktığını ileri
sürerler[135]. Melezleşen
kültür terimi, karmaşık bir din anlayışını akla getirse de aslında dinî
açıdan zihinsel sömürgeciliği ima eden bir kelimedir. Çağdaş Dinler
Tarihçi David Chidester, ileri sömürgecilik zihniyetinin, baskı altındaki yerel
kültürlere yönelik olarak din olgusu yeniden tanımlamak istediğini ve onu
alabildiğine açık ama söylem, pratik yarar ve sosyal stratejiler bakımından
baskın kültüre doğru kayan bir şekle sokmaya çalıştığını, böylece sömürülecek
dindar kitlenin karmaşık ve çok kültürlü bir dünya içine sokulmak istendiğini
iddia etmektedir[136].
İleri
sömürgecilik eleştirilerine muhatap olmamak için çağdaş Dinler Tarihi, hem
küresel hem de mahalli anlamda “özgün bir alem” içinde kendine yön vermek
zorunda olduğundan, günümüzün karmaşık kültür ve dinî yapıları içinde dengesini
korumak ve gelecekteki yönünü belirlemek için yeni bilişsel haritalara
(cognitive mapping) ihtiyaç duyacaktır. Zira Dinler Tarihi’nin yeni metodolojik
çalışma alanlarından bazısı, geleneksel dini araştırırken bazısı ise
dindarların tüm maddi ve manevi yönlerini, öznellik-sübjektiflik ikilemlerini,
sürekli karşılaşmalar ve değişimler içindeki modern dönemi yaşamaya anlamaya ve
yorumlamaya çalışmaktadır[137].
Dinler Tarihi, bir kimlik ve farklılık bilimi olarak çeşitli dinleri ve somut
olarak dindarların hayat görüşlerini incelediği için ileri dönem
sömürgeciliğin (post-colonialism) meydan okumasına karşı dikkatli olmak ve
kendi stratejisini, insanın doğasına ait hassas temas noktalarına uygun olacak
şekilde yeniden belirlemek zorundadır.
Ancak
bunu yaparken şu unutulmamalıdır; üçüncü dünya ülkelerindeki Dinler Tarihçiler,
-belki kendilerince haklı olarak-dinleri hakkında eserler kaleme alan eski
sömürgeci ülkelerdeki bazı Dinler Tarihçilerini metodolojik açıdan sömürgecilik
dönemini sürdürmekle, hatta yeni bir sömürgeciliği çağrıştıracak şekilde
dinleri hakkında kurgusal veya masa başı bilgiler vermekle suçlayabilirler[138].
F. İdeoloji[139]
Bir
yaklaşım kategorisi olarak ideoloji, baskın bir siyasi gündeme sahip olan ve
kendi görüşleri etrafında birleştirici, evrenselleştirici, meşru kılıcı,
rasyonelleştirici ve doğallaştırıcı bir kavram şeklinde tanımlanır. İdeoloji,
muhtelif sosyal ve tarihsel farklılıkları en aza indirgemek ve homojenlik
sağlamak için vardır[140].
Bu
bağlamda metodolojik açıdan ideolojiyi şu şekilde kısımlara ayırabiliriz; Din
–ideoloji ilişkisi, Dinler-ideoloji ilişkisi ve Dinler Tarihi-ideoloji
ilişkisi.
Tarihçesi
açısından ideoloji, modern bir sosyal bilimler kavramı olup, Dinler Tarihçi’nin
kendi konteksine bağlı niyetini ortaya çıkaran en önemli kelimedir. Bir düşünce
tarzı, bir hayat görüşü ve siyasi bir hareket alanı olarak ideolojiyi aynı
zamanda bir kategori şeklinde 1789 Fransız Devrimi’ne kadar götürenler bulunur.
Fransız filozoflar kendi yeni bilimleri için kullanmak isterlerken I.
Napoleon’un müdahalesiyle kelime siyasal ve kamusal bir ilişkilendirmeyle
sınırlı kalmış[141],
kelime orijinal felsefi anlamını kaybetmiş ve polemik bir slogan haline
dönüşmüştür. Söz gelişi Marx ve Engel, ideoloji kelimesini benimsemiş ve
günümüz anlamına onu çekmişlerdir[142].
Kavramı
eleştirenlere göre ideoloji, gerçeklikle uyum içinde olmamak demektir.
Buna göre tüm metafizik ve teolojik iddialar, gerçeklikle bir uyumsuzluk içindedir
ve dolayısıyla ideolojiye aittir. Zira bu iddialar, kendi sübjektif değer
yargılarını, objektif bir ortamda izah ederken toptan yitirirler. Aslında
kelime nötr anlama daha uygundur ve kelimenin kökü de bunu göstermektedir
(ideos+logos= fikirler bilimi). Ancak bu anlamı geliştiren bir düşünür ne yazık
ki yoktur. İdeolojiye olumlu yönde anlam yüklemeye çalışan ve onu Dinler Tarihi
için bir araç olarak kullanmak isteyen Çağdaş Dinler Tarihçi Kurt Rudolph
ideolojiyi, tarihsel açıdan teşekkül ettirilen ve özel, belli bir dünya
görüşüne dayandırılan ve beşer düşüncelerini, algılarını ve tavırlarını
etkilemeye ve sabitlemeye çalışan beşeri kavramlar bütünü olarak tanımlar[143]
Rudolph,
Chicago Üniversitesi’nde verdiği Haskell Konferanslar dizisinde Dinler Tarihi’nde
metodolojik bir sorun olarak ideoloji sonuna değinmiş ve günümüz sosyal
bilimlerinde hakim bir ideolojiler kritiğinden (ideologiekritik)
bahsetmiştir. Rudolph, bu yaklaşımla, teorik ve mantıksal bir ideolojiler
tenkitini öne sürmektedir. Ona göre felsefi, sosyolojik, tarihsel ve siyasi
ideoloji kritiği yaklaşımları bulunabilir. Bunlar bazen iç içe de girmiş
olabilirler. Dinler Tarihi, bu ideoloji kritik türlerinden en fazla sosyolojik
ve tarihsel olanlarla birlikte anılabilir. Böyle bir kritik, tarihsel ve
filolojik açıdan kaynak ve geleneklerin
kritiğini de beraberinde getirecektir. İdeolojiler kritiği, bu bakımdan
dinlerin kritiği anlamını da taşıyacaktır. Ancak bunu yaparken dinî geleneği
siyasi saiklerden arındırma görevi, Dinler Tarihi’ne yüklenmemelidir[144].
Rudolph’a
göre, tarihçesi açısından ideoloji terimi ilk defa felsefe, sosyoloji, sanat
tarihi ve edebiyatta geliştirilmiş ve bu alanlara önemli metot katkısı
sağlamıştır. Ancak Dinler Tarihi böyle bir tenkitten yoksundur. Ona göre bunun
başlıca sebebi, disiplinin kendine özgü tarih ve metoduna dayanmaktadır. Ancak
artık bu disiplin için de bir ideolojiler kritiğinin kurulmasının vakti
gelmiştir ve böyle bir disiplin sadece bilimsel bir bakış açısı sağlamayacak
aynı zamanda siyaset ve sosyal gerçeklikle ilgili sorunlara da önemli çözümler
sağlayabilecektir[145].
Rudolph,
öncelikle din ile ideoloji arasındaki ilişkiyi belirlemeye çalışır. Ona
göre “din” kelimesi öncelikle tekil olarak anlaşılmalıdır. Bu bağlamda dinlerin
tarihi, bir anlamda dinî olguya ait ideolojiler tarihi olarak
algılanabilir. Yine ona göre gerçekte din, kısmen belli bir ideoloji altında
tasnif edilebildiğinden, dinî ideoloji, çoğu kez dinin tek ama önemli bir
boyutunu oluşturacaktır[146].
Rudolph’a göre, din, aynı zamanda dindarına ideolojik açıdan tenkitçi bir
bilinçliliği aşılar. Dinî tarih içinde kritiği öne çıkaran dinlerden
bahsedilebilir. Söz gelişi Akhenaton’un dinî devrimi, gizemli kültler ve
Zerdüş’ün tutumu gibi. Hatta Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm gibi kitap
sahibi dinler, kendi kritiğini kendi bünyesinde ve acımasızca yapar[147].
Sonuç
olarak Rudolph, Dinler Tarihi’nin ideolojik açıdan tenkide tabii tutabileceği
beş alana sahip olduğunu belirtir; a. Dinî geleneklerin kritiği; bu alan tüm
dinî-tarihsel araştırmaların içkin alanıdır ve bu yüzden geçmişten daha
etkindir. Bu alan, daha yoğun ve aktif olarak kritiğe tabii tutulmalıdır. b.
Din dışındaki gelenek unsurlarının tenkit edilme işi, çağdaş dinlerin kendini
anlamasına yardımcı olabilir. c. Dinler Tarihi, din-siyaset ilişkisinin
yakınlığını ve sürekliliğini tenkit edebilir. d. Dinler Tarihi, din- ekonomi,
din-sosyal yapı, din-eskatoloji konularına yönelik kavramların kullanılma
biçimlerini tenkit edebilir veya onların anlamlandırılmasına yönelik yeni
teorik bakış açıları kazanabilir. e. Dinler Tarihi, ideolojik kritik yaklaşımı
ile sahte dindarlara, kripto-dindar akımlara hatta gizli dinî akımlara
yönelecek şekilde kendi odağını genişletebilir. Çünkü sadece tarihsel mukayese
metoduyla bu akımlar incelenemezler, onlar ancak ideolojik söylemleriyle
anlaşılabilirler. Hatta bu kritik yaklaşımı, buralarda yaşayan sıradan
insanlara kendi geleneklerine yönelik yeni, kritiksel ve yeniden yorumlanmayı
isteyen yaklaşımlar geliştirmesine yardım edebilecek ve kendi geleneğini daha
iyi kavramasını kolaylaştırabilecektir[148].
Rudolph’un
önerisiyle Dinler Tarihi içinde bir ideoloji kritiği biliminin ikamesi
yoluyla dinleri bulunduğu çevreye ait ideolojiler olarak anlamaya çabalamak,
öncelikle Dinler Tarihi’ni özgürleştirebilir ve hemen göze çarpan bir unsur
olarak dinlerin cemiyet içindeki rollerini ve kavram olarak onun anlamını
bulmamızı daha etkin olarak kolaylaştırabilir[149].
Bunun yanında karşılıklı önyargıların ve yanlış anlamaların ortadan
kaldırılması ancak dinî ikrarların veya geleneklerin tenkite açık bir şekilde
rölativize edilmesiyle mümkün olacağından ideolojik tenkit devreye girmelidir.
Bu yüzden metodolojik açıdan Dinler Tarihi’ne dayanan özgün ideolojiler
kritiği gibi bir disiplin, tüm insanların müşterek geleceği için olumlu bir
uğraş alanı olabilir[150].
Çağdaş
Din Fenomenoloğu Richard Kearney, dinler bağlamında ideolojinin amacını, din
hakkındaki gerçek kullanımların tam olarak sağlanması ve onun ideolojik
suiistimallerinin önüne geçilmesi olarak açıklar. O, ideolojiyi Dinler
Tarihçi’nin teorik ve metodolojik gerçekliğe ulaşmasına yardımcı olacak bir
vasıta olarak zaruri görür[151].Aslında
bir dine “dışardan” yaklaşmak çok önemli bir din bilimi problemidir. Çünkü
incelediği dine samimiyetle inanandan farklı bir çevreden bakmaktadır. Zaten
din bilimlerinin terminolojisi tartışmalara açık, normatif değer yargılarını ve
ön kabulleri yansıtmaya oldukça müsait görünmektedir. Bu bağlamda ideolojiye
saplanmak, bazıları için kaçınılmaz bir olay gibi görünebilir. Zaten Dinler
Tarihi dahil din bilimlerinin doğuş dönemlerinde evrimci, pozitivist fikirler
yaygın idi. Özellikle evrimciler, dinleri, tarihsel, coğrafî ve kültürel
bakımdan tasnif ederken kendi zihniyetlerine uygun terimlerle sistematize
ediyorlardı[152].
Bunun
yanında ideolojiyi olumsuz anlamda ele alan Dinler Tarihçiler de vardır. Söz gelişi Kuzey Amerika Dinler Tarihi
Cemiyet Başkanı ve IAHR’nin muhasebeden sorumlu yönetim kurulu üyesi
Gary Lease’e göre ideoloji, teori ile pratik veya fikir ile gerçeklik arasındaki mevcut boşluğu
öngörür. Dinler Tarihi bağlamında ideoloji kavramı ise, Dinler Tarihçi’nin
zihninde oluşan kendine özgün illüzyon formuna işaret edecektir. Bu illüzyon
öyle bir inançtır ki fikirlerin, beşer siyasetinde ve tarihinde başlıca unsur
olduğuna kanidir. Lease’e göre mantıksal imkanına rağmen ideoloji kavramı,
disiplin için hala çok sorunludur.[153].
Zira Lease için Dinler Tarihi’nin temel alanı olan din, iki önemli açılıma
sahiptir; bir dini yaşamak ve bir dini araştırmak. İki yaklaşım biçiminden
birini uygularken, eğer din kavramını bir ideoloji olarak ele almış olsak, o
zaman hem çağdaş hem de gelecekteki Dinler Tarihi çalışmaları için olumlu veya
olumsuz önemli istikamet kaynakları önümüze çıkacaktır; mesela dinlerin doğal
tarihi ile din ile hukuk veya din ile siyaset arasındaki etkileşimin izini
sürmek ve sonuçta biyolojik bir alan içinde din teorisini ortaya koymak bu
istikametten sadece biridir. Aslında bir dinin tabii tarihi, diğer din
mensupları için asla objektif bir gerçeklik değildir. Aksine bu tarih, öteki
kişi için objektif açıdan incelenmesi gereken, “sıradan” bir tarih ve
“iddialardan” ibarettir. Bunun bilincinde olan gerçek bir Dinler Tarihi, şunu
peşinen kabul edecektir; gerçeklik tercihi, diğer nispi gerçekler üzerinde
baskı kuracak bir hegemonyayı asla kabul etmeyecektir. Bu yüzden ideoloji
olarak dayatılmak istenen bir din bilimi, belli bir dinin veya soyut bir din
olgusunun gerçekliğine tam şahitlikte bulunamaz[154].
Çağdaş
Dinler Tarihçiler bazı meslektaşlarını, olumsuz anlamda ideolojik davranmakla
itham edebilmektedirler. Hatta ideolojik bir ayırım olarak Dinler Tarihçileri
arasında mahalli ve yerli olmak (indigenous) ile küresel olmak (homogenious),
çağdaş bir metodolojik tartışma olarak sürerken, özellikle Dinler
Tarihçileri’nin kendi milliyetlerini öne çıkaran durumlarda ideolojik
eleştiriler yükselebilmektedir. Bu bağlamda Dinler Tarihçi, bazen tartışmanın
odağında olma veya eleştiren olma [içerden/dışardan (insider/outsider) olma]
statüsünü de kazanabilmektedir. Söz gelişi klasik dönemde Max Müller’in Aryan
ırkının üstünlüğünü savunduğu iddiası veya Heindrick Frick’in Nazi Öğretmenler
Birliği ve Nazi SS üyesi olduğu veyahut Georg Dumezil’in Nazi şovenizmini
benimsediği gibi suçlamalar hala ideolojik ajanda içinde sıcaklığını
korumaktadır. Günümüzde ise en canlı örnek, Eliade’nin, eserlerinde Romanya
arka planında ideolojik davranmakla itham edilmesidir. Eliade’ye yönelik
ithamları açmak istediğimizde, onun suçlandığı ideolojiler arasında Romanya
milliyetçiliğine dair görüşlerinin başta geldiğini görürüz. Mesela Eliade, bir
milletin özünü, öncelikli olarak entelektüel elit tabakanın ve reçberlerin
oluşturduğunu ileri sürmektedir. Ona göre birinci tabaka (elit), kültür yaratma
( söz gelişi roman ve müzik ) yeteneğine bağlı olarak bu işi yaparken, ikinci
(reçber) tabaka, arkaik değerleri modern zamanlara taşıma yeteneğiyle bunu
başarır[155].
Russell McCutcheon gibi bazı Çağdaş Dinler Tarihçiler[156],
bu veya benzeri cümlelerini fazlaca ideolojik bulduklarını söylerler.
McCutcheon’a göre Eliade’nin de içinde bulunduğu bir grup Dinler Tarihçi, din
konusunda olduğu gibi pek çok olgu konusunda görüşlerini açıklarken, onları
kendi kişisel sosyal kimlik ve statülerinin gelişim süreci için ele
almaktadırlar[157].
Eliade’nin Chicago Üniversitesi’ndeki haleflerinden olan Jonathan Z. Smith ise
onun metodolojisini ideoloji içine tamamen gömülmüş bir yaklaşım olarak
tanımlar. Ona göre Eliade metodolojisi, oldukça fazla romantik ve neoplatonik
idealizm unsurları da taşır. Bu metodolojinin en önemli yönü, Dinler
Tarihi’nden tarihsel unsurları dışlamaktır[158].
Dinler
Tarihçilerin ideolojiyle suçlanmaları bu kadarla sınırlı değildir. Özellikle
Komünizmin hakim olduğu dönemlerde Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa
ülkelerindeki pek çok meslektaşımız Dinler Tarihi’ni bilimsel ateizm
yaklaşımıyla ve kilisenin yokedilmesine dayanan ideolojik bir anlayışla ele
almaktaydılar. Hatta Berlin Duvarının yıkılmasından sonra pek çok Doğu Alman
Dinler Tarihçi, Stasi (Doğu Alman gizli servisi) veya KGB ajanı olmakla
suçlanmışlardı. Onların kendilerini savundukları tek şey, komünist ideolojiye
mecbur kalmaları olmuştu. Aynı ideolojik dayatma, Komünist Çin’de de söz
konusuydu. Bu ülkede Dinler Tarihi çalışmaları, 1964 yılında kurulma
direktifini bizzat lider Mao Tse-tung’un verdiği Dünya Dinleri Araştırma
Enstitüsü tarafından yürütülmekteydi. Bu kurum, din olgusu tenkit etmek ve
ateizmi desteklemek gayesi ile komünist ideolojinin menfaatine çalışmalar
yapmaktaydı[159].
Özellikle
90’lardan sonra Dinler Tarihi’nin Batılı olmayan mensupları, Avrupalı
meslektaşlarını son asır içinde yoğun olarak metodolojilerde ideolojik
davranmakla suçlayabilmektedirler. Söz gelişi İslam dünyasındaki bilim
adamları, diğer batılı olmayan din bilginleriyle beraber, Dinler Tarihi’nin
batıdaki arka planı ve oluşum sürecini değerlendirerek bu disipline ve
metodolojisine şüphe ile yaklaşabilmektedirler. Bu bilimadamlarından biri olan
din bilimci Kamaruzaman’a göre Batılı din metodolojileri, temelde din
karşıtıdır ve bunu felsefi zemin ve bakışla tarihsel evrim fikriyle
desteklerler. Yine ona göre Batılı Dinler Tarihçilerin objektiflik ve
tarafsızlık iddiaları tamamen asılsızdır; zira konular ve fenomenler,
soyutlanmakta ve bağlamlarından koparılmakta, bilhassa fenomenler, sadece zihnî
açıdan ele alınmakta ve sadece rasyonel analiz yöntemlerine uygulanmaktadır.
Son olarak diğer dindarların hassasiyetini ihmal ve inkar eden hatta onları
tahkir eden yöntemlerle yaklaşan batılı metodolojiler, bu dindarlara konuşma
fırsatı bile vermemekte hatta kendileri dışındaki dinlere pragmatik olarak
yaklaşmakta, onların gerçek ve meşru varlıklarını inkar etmektedirler[160].
Nitekim
“içerden” bir Dinler Tarihçi olan J. Waardenburg bile bilimsel araştırmaların
çok dağınık ideolojik amaçlar için kullanılmasının tehlikelerini sezmiş ve
böyle bir amacın, başta din olgusu olmak üzere bazı temel dinî fenomenlerin
anlamlarını bozacağından endişe etmiştir. Ona göre günümüz çalışmalarında ele
alınan bazı çok önemli din kategorilerinde ideolojik yaklaşımlar hemen
göze çarpar. Elde edilen çok yönlü bilgiler, insanı güce ve güçlü olduğunu hissetmeye
götürmektedir. Ancak din ve dinler hakkındaki gerçek bilgi, bu gücü kendi
yolunda gitmesi için vardır ve bu uğurda kullanılmalıdır. Yine de ona göre
günümüzde bazı çağdaş din bilimi tartışmaları, çoğu kez ideolojik açıdan belli
gerçekleri gizlemek için kullanılabilmiştir[161].
Amerikan
Dinler Tarihçi Kitagawa, onlarca yıl önce bile Dinler Tarihi içinde ağırlıkla
hissedilen Batılı ve Avrupalı olma unsurunun, Dinler Tarihi içinde önemli bir
sorun olacağını sezmiştir. Ona göre bu unsurlar, disiplinin temel yapısı ve
oryantasyonuna yön verecek kadar etkilidir. Bu yüzden ona göre Dinler Tarihi,
tüm dinleri kapsayacak bilimsel bir inceleme kalıbının gerçekleşmesi için
Batılı olmayan Dinler Tarihçilerinin eleştirilerine kulak vermeli ve bu
eleştiriler ışığında yapılan yorum kategorilerini ve metotlarını yeniden gözden
geçirmelidir[162].
Basit
bir tanımla sömürgecilik, askeri ve siyasi güç kullanarak, ekonomik açıdan
hammadde ve ucuz işgücü kazanılabilecek yabancı bir toprağa girmek ve buna
uygun şartları yaratıp bu durumun idamesi için çaba göstermektir. Bu terim,
aynı zamanda yabancı işgal güçleri ile yerli halklar arasında sürekli artarak
devam eden sömürgeci güçler lehine kültürler arası alışverişi, etkileşimi ve
karşılaşmaları da içerecektir[123].
Dinlere
yönelik sömürgeci tavırların izleri sömürgeciliğin etkin olduğu yıllara kadar
gider. Söz gelişi 1847’de İngiliz teolog Frederick Denison Maurice, The
Religions of World (Dünya Dinleri) adlı çalışmasında dinlerle ilgilenen
akademik bir disiplinin, öncelikle öteki ülkelerle ticaret işine girişen,
onları fetheden veya onları hakimiyeti altına almak ve bu hakimiyetini
sürdürmek isteyen bir ulus için yararlı olacağını açık bir dille belirtmişti[124].
Daha
yakın bir dönemde (1958), Amerikan Dinler Tarihçi Huston Smith, The
Religions of Man (İnsan’ın Dinleri) adlı eserinde Amerikan Hava
Kuvvetleri’ne özel olarak verdiği Dinler Tarihi konferansları dizisinin çok
yararlı olacağını umduğunu zira bu tür bilgilendirmelerin bir gün önemli
işlevler göreceğini belirtir. Söz gelişi ona göre belki ileride, incelemekte
oldukları kavimler veya onların güçleri, Amerika için müttefik veya düşman veya
askeri işgal unsurları olabilecektir[125]
Günümüzde
pek çok alanda olduğu gibi din bilimleri alanında da çoğunlukla antropolojik
araştırmalarla üretilen din hakkındaki Batı menşeli bilgilerin, sömürgeci
güçlerle yakın ilişki içinde olduğu ileri sürülmektedir. Söz gelişi Ortadoğu
kökenli Edward Said, 1978’de yazdığı ve 1993’e kadar pek çok baskısı yapılan Orientalism
(Şarkıyatçılık) adlı eleştirel eserinde, sömürgecilik ve sömürgecilik
sonrası dönemlerde sosyal ve kültürel antropologlar başta olmak üzere batılı
bilim adamlarının oynadıkları etkin rolleri geniş olarak anlatmaktaydı. Ona
göre Oryantalizm, Batı kaynaklı metinlerdeki basit Doğu algısı değildir. Aksine
bu sömürgeci bir ideolojidir ve daha çok, Batılılara ait Doğu hakkındaki
jeopolitik bir bilincin, estetiksel, bilimsel, ekonomik, sosyolojik, tarihsel
ve felsefi metinler içinde yayılmasıdır[126].
Aynı
şey tarih için de düşünülebilir; söz gelişi sömürgeci güçler için sömürülen
topraklardaki insanların/kavimlerin yerel tarihleri hakkında sağlıklı bilgi
olmaksızın, o topraklarda tutunmak imkansızdı. Bu yüzden sömürgecinin
arzuladığı kognitif yapı, “tebaa/hizmetkar olma, hatta sömürgeciliğe uygun
olarak hayatı anlamlandırma ve sömürgeci gücün o topraklarda istikrarı” olarak
belirlenmişti. Sonuçta sömürgeci güçler için bu konuları tahlil edecek yeni
akademik metotlara ihtiyaç vardı[127].
Avrupa
sömürgeciliği sadece İngiltere[128]
ile sınırlı değildir, İspanya, Hollanda, Fransa, İtalya, İskandinavya ülkeleri
de muhtelif dönem ve yerlerde sömürgeciliği yürütmüş ve bunu küresel bir
fenomen haline getirmişti. Sömürgeciliğe fayda sağlayacak çalışmalar listesinin
en başında, tarih, etnografya, antropoloji gibi doğrudan “yerel halkların
kimliğini merak eden ve bu konuda sömürgecilerin merakını gideren” çalışmalar
olmuştur. Tabii olarak Amerika yerlileri, Afrika, Ortadoğu, Güney Asya, Doğu
Asya ve Büyük Okyanus gibi bölgelerdeki insanların dinleri, inanç kültleri de
sömürgeciliğin meraklandığı alanlardı. Dinler Tarihi’nin sömürge ve sömürge sonrası
dönemlerdeki durumu ile gelecekle ilgili kaygıları, metodoloji çalışan Dinler
Tarihçiler için önemli bir fenomen olmuştur.
Biraz
daha somut bir ifadeyle Dinler Tarihi geçen bir buçuk asır içinde bazı dönemler
sömürgeci devletlerin milli politikasına hizmet etmek gayesiyle kullanılmıştı.
Söz gelişi bu devirlerde disiplin, mahalli kültürleri “tanımak, yararlanmak ve
kontrol altında tutmak”gayesiyle siyasi ve tarihsel hak iddia eden güçler
tarafından nüfuz altına alınmak istenmiştir. Bu etkileri dönemin Dinler
Tarihçilerinin çalışmalarında açıkça görmek mümkündür. Söz gelişi; İngiliz
Dinler Tarihçiler, klasikler ile Doğu ve Afrika dinleri çalışmalarına, Fransız
Dinler Tarihçiler, Afrika dinleri ve klasiklere, İtalyan Dinler Tarihçiler,
klasik döneme, Alman Dinler Tarihçiler, Asya ve Yakın Doğu araştırmalarına,
Hollandalılar, Endonezya ve Afrika dinlerine, Danimarkalı ve İsveç Dinler
Tarihçileri, Yakın Doğu ve Asya dinlerine yönelmişlerdi[129].
Daha
öznelleştirirsek Dinler Tarihi bağlamında ilk dönemin kendini sömürgecilikten
arındırdığı tam olarak söylenemez. Nitekim Friedrich Max Müller (Ö. 1900)’in
modern Dinler Tarihi disiplininin kurucusu olarak 1870 yılında verdiği bir
konferansta İngiliz sömürgecilik ve emperyalizm kültürünün kendi akademik din
çalışmalarına maddi ve manevi destek olduğunu açıkça itiraf eder. Dahası
Mukayeseli Din Bilimi’ni geliştirirken Müller, diğer teorisyenlerle[130]
birlikte hareket ederek İngiliz sömürge merkezleriyle taşradaki sömürge
toprakları arasındaki uzaklık ve farklılıkların giderilmesi ve ilkel
dönemlerdeki ataların karakteristiklerini yerinden görülmesi için
çalıştıklarını açık bir şekilde söyler[131].
Hatta Müller, biraz daha ileri giderek “böl ve yönet” (divide et
impera) şeklindeki Latinlerin sözünü Dinler Tarihi’ne uygulamaktan çekinmez
ve onu “tasnif et ve fethet” (classify and conquer) şekline dönüştürür[132].
Zaten Müller, başta Rig Veda’nın İngilizce edisyonu için gerekli finansman
kaynağı olmak üzere Hint kültürel mirası konusundaki uzmanlığının maddi
desteğini, sömürgeci Doğu Hint Şirket’ine (East India Company) borçlu olduğunu
açıklamaktadır. Buna ilave olarak o, din ile ilgili teoriler için gerekli
“hammaddelerin” sömürgelerden gelmesi gerektiğini söylerken[133]
aslında toplanan bu malzemelerin “metropolitan” merkezlere taşınıp buralarda
emperyalist amaçlı din çalışmaları yararına kullanılmak üzere işlenip
teorileştirilmesi gerektiğini anlatmaktadır.
Bu
bakımdan pek çok çağdaş Dinler Tarihçisine göre Müller ile beraber dönemin bir
çok bilim adamı, sömürgecilik bağlamında “fazla masum” değildir. Hatta onlara
göre bu bilim adamları, mukayese metodunu öncelikle “taşradan” gelen ve farklı,
exotik ve “vahşi dünya” olarak değerlendirilen yabancı yerlere ait bilgiler
için kullanmaktaydılar ve bunu yaparken de dinin kaynağı konusunda dönemin baskın
teorisi, evrim anlayışına göre hareket ediyorlardı[134].
Sömürgeciler
ile din bilimleri arasındaki ilişki özellikle çağdaş Dinler Tarihçilerin
dikkatinden kaçamayacak ölçüde derindir. Özellikle Amerikan kökenli din
bilginleri, eski dönem sömürgecilik konusunda Avrupalı meslektaşlarının daha
özeleştirili davranması gerektiğini ve bunun gerçek bilimsel çaba olacağını
belirtirler. Bunun yanında Avrupalılara ait din bilimlerinde muhtemel ileri
sömürgecilik teorileri (post-colonial theories), metodolojik sorun olarak
önemli din bilimi dergilerini meşgul etmektedir. Söz gelişi çağdaş bazı Dinler
Tarihçiler, söz konusu modern sömürgecilik döneminde baskın kültürün etkisi
altında melezleşen pasif kültürlerin oluştuğunu ve melez yerel kültür ile üstün
ve baskın olan kültür arasında senkretik bir durumun ortaya çıktığını ileri
sürerler[135]. Melezleşen
kültür terimi, karmaşık bir din anlayışını akla getirse de aslında dinî
açıdan zihinsel sömürgeciliği ima eden bir kelimedir. Çağdaş Dinler
Tarihçi David Chidester, ileri sömürgecilik zihniyetinin, baskı altındaki yerel
kültürlere yönelik olarak din olgusu yeniden tanımlamak istediğini ve onu
alabildiğine açık ama söylem, pratik yarar ve sosyal stratejiler bakımından
baskın kültüre doğru kayan bir şekle sokmaya çalıştığını, böylece sömürülecek
dindar kitlenin karmaşık ve çok kültürlü bir dünya içine sokulmak istendiğini
iddia etmektedir[136].
İleri
sömürgecilik eleştirilerine muhatap olmamak için çağdaş Dinler Tarihi, hem
küresel hem de mahalli anlamda “özgün bir alem” içinde kendine yön vermek
zorunda olduğundan, günümüzün karmaşık kültür ve dinî yapıları içinde dengesini
korumak ve gelecekteki yönünü belirlemek için yeni bilişsel haritalara
(cognitive mapping) ihtiyaç duyacaktır. Zira Dinler Tarihi’nin yeni metodolojik
çalışma alanlarından bazısı, geleneksel dini araştırırken bazısı ise
dindarların tüm maddi ve manevi yönlerini, öznellik-sübjektiflik ikilemlerini,
sürekli karşılaşmalar ve değişimler içindeki modern dönemi yaşamaya anlamaya ve
yorumlamaya çalışmaktadır[137].
Dinler Tarihi, bir kimlik ve farklılık bilimi olarak çeşitli dinleri ve somut
olarak dindarların hayat görüşlerini incelediği için ileri dönem
sömürgeciliğin (post-colonialism) meydan okumasına karşı dikkatli olmak ve
kendi stratejisini, insanın doğasına ait hassas temas noktalarına uygun olacak
şekilde yeniden belirlemek zorundadır.
Ancak
bunu yaparken şu unutulmamalıdır; üçüncü dünya ülkelerindeki Dinler Tarihçiler,
-belki kendilerince haklı olarak-dinleri hakkında eserler kaleme alan eski
sömürgeci ülkelerdeki bazı Dinler Tarihçilerini metodolojik açıdan sömürgecilik
dönemini sürdürmekle, hatta yeni bir sömürgeciliği çağrıştıracak şekilde
dinleri hakkında kurgusal veya masa başı bilgiler vermekle suçlayabilirler[138].
F. İdeoloji[139]
Bir
yaklaşım kategorisi olarak ideoloji, baskın bir siyasi gündeme sahip olan ve
kendi görüşleri etrafında birleştirici, evrenselleştirici, meşru kılıcı,
rasyonelleştirici ve doğallaştırıcı bir kavram şeklinde tanımlanır. İdeoloji,
muhtelif sosyal ve tarihsel farklılıkları en aza indirgemek ve homojenlik
sağlamak için vardır[140].
Bu
bağlamda metodolojik açıdan ideolojiyi şu şekilde kısımlara ayırabiliriz; Din
–ideoloji ilişkisi, Dinler-ideoloji ilişkisi ve Dinler Tarihi-ideoloji
ilişkisi.
Tarihçesi
açısından ideoloji, modern bir sosyal bilimler kavramı olup, Dinler Tarihçi’nin
kendi konteksine bağlı niyetini ortaya çıkaran en önemli kelimedir. Bir düşünce
tarzı, bir hayat görüşü ve siyasi bir hareket alanı olarak ideolojiyi aynı
zamanda bir kategori şeklinde 1789 Fransız Devrimi’ne kadar götürenler bulunur.
Fransız filozoflar kendi yeni bilimleri için kullanmak isterlerken I.
Napoleon’un müdahalesiyle kelime siyasal ve kamusal bir ilişkilendirmeyle
sınırlı kalmış[141],
kelime orijinal felsefi anlamını kaybetmiş ve polemik bir slogan haline
dönüşmüştür. Söz gelişi Marx ve Engel, ideoloji kelimesini benimsemiş ve
günümüz anlamına onu çekmişlerdir[142].
Kavramı
eleştirenlere göre ideoloji, gerçeklikle uyum içinde olmamak demektir.
Buna göre tüm metafizik ve teolojik iddialar, gerçeklikle bir uyumsuzluk içindedir
ve dolayısıyla ideolojiye aittir. Zira bu iddialar, kendi sübjektif değer
yargılarını, objektif bir ortamda izah ederken toptan yitirirler. Aslında
kelime nötr anlama daha uygundur ve kelimenin kökü de bunu göstermektedir
(ideos+logos= fikirler bilimi). Ancak bu anlamı geliştiren bir düşünür ne yazık
ki yoktur. İdeolojiye olumlu yönde anlam yüklemeye çalışan ve onu Dinler Tarihi
için bir araç olarak kullanmak isteyen Çağdaş Dinler Tarihçi Kurt Rudolph
ideolojiyi, tarihsel açıdan teşekkül ettirilen ve özel, belli bir dünya
görüşüne dayandırılan ve beşer düşüncelerini, algılarını ve tavırlarını
etkilemeye ve sabitlemeye çalışan beşeri kavramlar bütünü olarak tanımlar[143]
Rudolph,
Chicago Üniversitesi’nde verdiği Haskell Konferanslar dizisinde Dinler Tarihi’nde
metodolojik bir sorun olarak ideoloji sonuna değinmiş ve günümüz sosyal
bilimlerinde hakim bir ideolojiler kritiğinden (ideologiekritik)
bahsetmiştir. Rudolph, bu yaklaşımla, teorik ve mantıksal bir ideolojiler
tenkitini öne sürmektedir. Ona göre felsefi, sosyolojik, tarihsel ve siyasi
ideoloji kritiği yaklaşımları bulunabilir. Bunlar bazen iç içe de girmiş
olabilirler. Dinler Tarihi, bu ideoloji kritik türlerinden en fazla sosyolojik
ve tarihsel olanlarla birlikte anılabilir. Böyle bir kritik, tarihsel ve
filolojik açıdan kaynak ve geleneklerin
kritiğini de beraberinde getirecektir. İdeolojiler kritiği, bu bakımdan
dinlerin kritiği anlamını da taşıyacaktır. Ancak bunu yaparken dinî geleneği
siyasi saiklerden arındırma görevi, Dinler Tarihi’ne yüklenmemelidir[144].
Rudolph’a
göre, tarihçesi açısından ideoloji terimi ilk defa felsefe, sosyoloji, sanat
tarihi ve edebiyatta geliştirilmiş ve bu alanlara önemli metot katkısı
sağlamıştır. Ancak Dinler Tarihi böyle bir tenkitten yoksundur. Ona göre bunun
başlıca sebebi, disiplinin kendine özgü tarih ve metoduna dayanmaktadır. Ancak
artık bu disiplin için de bir ideolojiler kritiğinin kurulmasının vakti
gelmiştir ve böyle bir disiplin sadece bilimsel bir bakış açısı sağlamayacak
aynı zamanda siyaset ve sosyal gerçeklikle ilgili sorunlara da önemli çözümler
sağlayabilecektir[145].
Rudolph,
öncelikle din ile ideoloji arasındaki ilişkiyi belirlemeye çalışır. Ona
göre “din” kelimesi öncelikle tekil olarak anlaşılmalıdır. Bu bağlamda dinlerin
tarihi, bir anlamda dinî olguya ait ideolojiler tarihi olarak
algılanabilir. Yine ona göre gerçekte din, kısmen belli bir ideoloji altında
tasnif edilebildiğinden, dinî ideoloji, çoğu kez dinin tek ama önemli bir
boyutunu oluşturacaktır[146].
Rudolph’a göre, din, aynı zamanda dindarına ideolojik açıdan tenkitçi bir
bilinçliliği aşılar. Dinî tarih içinde kritiği öne çıkaran dinlerden
bahsedilebilir. Söz gelişi Akhenaton’un dinî devrimi, gizemli kültler ve
Zerdüş’ün tutumu gibi. Hatta Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm gibi kitap
sahibi dinler, kendi kritiğini kendi bünyesinde ve acımasızca yapar[147].
Sonuç
olarak Rudolph, Dinler Tarihi’nin ideolojik açıdan tenkide tabii tutabileceği
beş alana sahip olduğunu belirtir; a. Dinî geleneklerin kritiği; bu alan tüm
dinî-tarihsel araştırmaların içkin alanıdır ve bu yüzden geçmişten daha
etkindir. Bu alan, daha yoğun ve aktif olarak kritiğe tabii tutulmalıdır. b.
Din dışındaki gelenek unsurlarının tenkit edilme işi, çağdaş dinlerin kendini
anlamasına yardımcı olabilir. c. Dinler Tarihi, din-siyaset ilişkisinin
yakınlığını ve sürekliliğini tenkit edebilir. d. Dinler Tarihi, din- ekonomi,
din-sosyal yapı, din-eskatoloji konularına yönelik kavramların kullanılma
biçimlerini tenkit edebilir veya onların anlamlandırılmasına yönelik yeni
teorik bakış açıları kazanabilir. e. Dinler Tarihi, ideolojik kritik yaklaşımı
ile sahte dindarlara, kripto-dindar akımlara hatta gizli dinî akımlara
yönelecek şekilde kendi odağını genişletebilir. Çünkü sadece tarihsel mukayese
metoduyla bu akımlar incelenemezler, onlar ancak ideolojik söylemleriyle
anlaşılabilirler. Hatta bu kritik yaklaşımı, buralarda yaşayan sıradan
insanlara kendi geleneklerine yönelik yeni, kritiksel ve yeniden yorumlanmayı
isteyen yaklaşımlar geliştirmesine yardım edebilecek ve kendi geleneğini daha
iyi kavramasını kolaylaştırabilecektir[148].
Rudolph’un
önerisiyle Dinler Tarihi içinde bir ideoloji kritiği biliminin ikamesi
yoluyla dinleri bulunduğu çevreye ait ideolojiler olarak anlamaya çabalamak,
öncelikle Dinler Tarihi’ni özgürleştirebilir ve hemen göze çarpan bir unsur
olarak dinlerin cemiyet içindeki rollerini ve kavram olarak onun anlamını
bulmamızı daha etkin olarak kolaylaştırabilir[149].
Bunun yanında karşılıklı önyargıların ve yanlış anlamaların ortadan
kaldırılması ancak dinî ikrarların veya geleneklerin tenkite açık bir şekilde
rölativize edilmesiyle mümkün olacağından ideolojik tenkit devreye girmelidir.
Bu yüzden metodolojik açıdan Dinler Tarihi’ne dayanan özgün ideolojiler
kritiği gibi bir disiplin, tüm insanların müşterek geleceği için olumlu bir
uğraş alanı olabilir[150].
Çağdaş
Din Fenomenoloğu Richard Kearney, dinler bağlamında ideolojinin amacını, din
hakkındaki gerçek kullanımların tam olarak sağlanması ve onun ideolojik
suiistimallerinin önüne geçilmesi olarak açıklar. O, ideolojiyi Dinler
Tarihçi’nin teorik ve metodolojik gerçekliğe ulaşmasına yardımcı olacak bir
vasıta olarak zaruri görür[151].Aslında
bir dine “dışardan” yaklaşmak çok önemli bir din bilimi problemidir. Çünkü
incelediği dine samimiyetle inanandan farklı bir çevreden bakmaktadır. Zaten
din bilimlerinin terminolojisi tartışmalara açık, normatif değer yargılarını ve
ön kabulleri yansıtmaya oldukça müsait görünmektedir. Bu bağlamda ideolojiye
saplanmak, bazıları için kaçınılmaz bir olay gibi görünebilir. Zaten Dinler
Tarihi dahil din bilimlerinin doğuş dönemlerinde evrimci, pozitivist fikirler
yaygın idi. Özellikle evrimciler, dinleri, tarihsel, coğrafî ve kültürel
bakımdan tasnif ederken kendi zihniyetlerine uygun terimlerle sistematize
ediyorlardı[152].
Bunun
yanında ideolojiyi olumsuz anlamda ele alan Dinler Tarihçiler de vardır. Söz gelişi Kuzey Amerika Dinler Tarihi
Cemiyet Başkanı ve IAHR’nin muhasebeden sorumlu yönetim kurulu üyesi
Gary Lease’e göre ideoloji, teori ile pratik veya fikir ile gerçeklik arasındaki mevcut boşluğu
öngörür. Dinler Tarihi bağlamında ideoloji kavramı ise, Dinler Tarihçi’nin
zihninde oluşan kendine özgün illüzyon formuna işaret edecektir. Bu illüzyon
öyle bir inançtır ki fikirlerin, beşer siyasetinde ve tarihinde başlıca unsur
olduğuna kanidir. Lease’e göre mantıksal imkanına rağmen ideoloji kavramı,
disiplin için hala çok sorunludur.[153].
Zira Lease için Dinler Tarihi’nin temel alanı olan din, iki önemli açılıma
sahiptir; bir dini yaşamak ve bir dini araştırmak. İki yaklaşım biçiminden
birini uygularken, eğer din kavramını bir ideoloji olarak ele almış olsak, o
zaman hem çağdaş hem de gelecekteki Dinler Tarihi çalışmaları için olumlu veya
olumsuz önemli istikamet kaynakları önümüze çıkacaktır; mesela dinlerin doğal
tarihi ile din ile hukuk veya din ile siyaset arasındaki etkileşimin izini
sürmek ve sonuçta biyolojik bir alan içinde din teorisini ortaya koymak bu
istikametten sadece biridir. Aslında bir dinin tabii tarihi, diğer din
mensupları için asla objektif bir gerçeklik değildir. Aksine bu tarih, öteki
kişi için objektif açıdan incelenmesi gereken, “sıradan” bir tarih ve
“iddialardan” ibarettir. Bunun bilincinde olan gerçek bir Dinler Tarihi, şunu
peşinen kabul edecektir; gerçeklik tercihi, diğer nispi gerçekler üzerinde
baskı kuracak bir hegemonyayı asla kabul etmeyecektir. Bu yüzden ideoloji
olarak dayatılmak istenen bir din bilimi, belli bir dinin veya soyut bir din
olgusunun gerçekliğine tam şahitlikte bulunamaz[154].
Çağdaş
Dinler Tarihçiler bazı meslektaşlarını, olumsuz anlamda ideolojik davranmakla
itham edebilmektedirler. Hatta ideolojik bir ayırım olarak Dinler Tarihçileri
arasında mahalli ve yerli olmak (indigenous) ile küresel olmak (homogenious),
çağdaş bir metodolojik tartışma olarak sürerken, özellikle Dinler
Tarihçileri’nin kendi milliyetlerini öne çıkaran durumlarda ideolojik
eleştiriler yükselebilmektedir. Bu bağlamda Dinler Tarihçi, bazen tartışmanın
odağında olma veya eleştiren olma [içerden/dışardan (insider/outsider) olma]
statüsünü de kazanabilmektedir. Söz gelişi klasik dönemde Max Müller’in Aryan
ırkının üstünlüğünü savunduğu iddiası veya Heindrick Frick’in Nazi Öğretmenler
Birliği ve Nazi SS üyesi olduğu veyahut Georg Dumezil’in Nazi şovenizmini
benimsediği gibi suçlamalar hala ideolojik ajanda içinde sıcaklığını
korumaktadır. Günümüzde ise en canlı örnek, Eliade’nin, eserlerinde Romanya
arka planında ideolojik davranmakla itham edilmesidir. Eliade’ye yönelik
ithamları açmak istediğimizde, onun suçlandığı ideolojiler arasında Romanya
milliyetçiliğine dair görüşlerinin başta geldiğini görürüz. Mesela Eliade, bir
milletin özünü, öncelikli olarak entelektüel elit tabakanın ve reçberlerin
oluşturduğunu ileri sürmektedir. Ona göre birinci tabaka (elit), kültür yaratma
( söz gelişi roman ve müzik ) yeteneğine bağlı olarak bu işi yaparken, ikinci
(reçber) tabaka, arkaik değerleri modern zamanlara taşıma yeteneğiyle bunu
başarır[155].
Russell McCutcheon gibi bazı Çağdaş Dinler Tarihçiler[156],
bu veya benzeri cümlelerini fazlaca ideolojik bulduklarını söylerler.
McCutcheon’a göre Eliade’nin de içinde bulunduğu bir grup Dinler Tarihçi, din
konusunda olduğu gibi pek çok olgu konusunda görüşlerini açıklarken, onları
kendi kişisel sosyal kimlik ve statülerinin gelişim süreci için ele
almaktadırlar[157].
Eliade’nin Chicago Üniversitesi’ndeki haleflerinden olan Jonathan Z. Smith ise
onun metodolojisini ideoloji içine tamamen gömülmüş bir yaklaşım olarak
tanımlar. Ona göre Eliade metodolojisi, oldukça fazla romantik ve neoplatonik
idealizm unsurları da taşır. Bu metodolojinin en önemli yönü, Dinler
Tarihi’nden tarihsel unsurları dışlamaktır[158].
Dinler
Tarihçilerin ideolojiyle suçlanmaları bu kadarla sınırlı değildir. Özellikle
Komünizmin hakim olduğu dönemlerde Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa
ülkelerindeki pek çok meslektaşımız Dinler Tarihi’ni bilimsel ateizm
yaklaşımıyla ve kilisenin yokedilmesine dayanan ideolojik bir anlayışla ele
almaktaydılar. Hatta Berlin Duvarının yıkılmasından sonra pek çok Doğu Alman
Dinler Tarihçi, Stasi (Doğu Alman gizli servisi) veya KGB ajanı olmakla
suçlanmışlardı. Onların kendilerini savundukları tek şey, komünist ideolojiye
mecbur kalmaları olmuştu. Aynı ideolojik dayatma, Komünist Çin’de de söz
konusuydu. Bu ülkede Dinler Tarihi çalışmaları, 1964 yılında kurulma
direktifini bizzat lider Mao Tse-tung’un verdiği Dünya Dinleri Araştırma
Enstitüsü tarafından yürütülmekteydi. Bu kurum, din olgusu tenkit etmek ve
ateizmi desteklemek gayesi ile komünist ideolojinin menfaatine çalışmalar
yapmaktaydı[159].
Özellikle
90’lardan sonra Dinler Tarihi’nin Batılı olmayan mensupları, Avrupalı
meslektaşlarını son asır içinde yoğun olarak metodolojilerde ideolojik
davranmakla suçlayabilmektedirler. Söz gelişi İslam dünyasındaki bilim
adamları, diğer batılı olmayan din bilginleriyle beraber, Dinler Tarihi’nin
batıdaki arka planı ve oluşum sürecini değerlendirerek bu disipline ve
metodolojisine şüphe ile yaklaşabilmektedirler. Bu bilimadamlarından biri olan
din bilimci Kamaruzaman’a göre Batılı din metodolojileri, temelde din
karşıtıdır ve bunu felsefi zemin ve bakışla tarihsel evrim fikriyle
desteklerler. Yine ona göre Batılı Dinler Tarihçilerin objektiflik ve
tarafsızlık iddiaları tamamen asılsızdır; zira konular ve fenomenler,
soyutlanmakta ve bağlamlarından koparılmakta, bilhassa fenomenler, sadece zihnî
açıdan ele alınmakta ve sadece rasyonel analiz yöntemlerine uygulanmaktadır.
Son olarak diğer dindarların hassasiyetini ihmal ve inkar eden hatta onları
tahkir eden yöntemlerle yaklaşan batılı metodolojiler, bu dindarlara konuşma
fırsatı bile vermemekte hatta kendileri dışındaki dinlere pragmatik olarak
yaklaşmakta, onların gerçek ve meşru varlıklarını inkar etmektedirler[160].
Nitekim
“içerden” bir Dinler Tarihçi olan J. Waardenburg bile bilimsel araştırmaların
çok dağınık ideolojik amaçlar için kullanılmasının tehlikelerini sezmiş ve
böyle bir amacın, başta din olgusu olmak üzere bazı temel dinî fenomenlerin
anlamlarını bozacağından endişe etmiştir. Ona göre günümüz çalışmalarında ele
alınan bazı çok önemli din kategorilerinde ideolojik yaklaşımlar hemen
göze çarpar. Elde edilen çok yönlü bilgiler, insanı güce ve güçlü olduğunu hissetmeye
götürmektedir. Ancak din ve dinler hakkındaki gerçek bilgi, bu gücü kendi
yolunda gitmesi için vardır ve bu uğurda kullanılmalıdır. Yine de ona göre
günümüzde bazı çağdaş din bilimi tartışmaları, çoğu kez ideolojik açıdan belli
gerçekleri gizlemek için kullanılabilmiştir[161].
Amerikan
Dinler Tarihçi Kitagawa, onlarca yıl önce bile Dinler Tarihi içinde ağırlıkla
hissedilen Batılı ve Avrupalı olma unsurunun, Dinler Tarihi içinde önemli bir
sorun olacağını sezmiştir. Ona göre bu unsurlar, disiplinin temel yapısı ve
oryantasyonuna yön verecek kadar etkilidir. Bu yüzden ona göre Dinler Tarihi,
tüm dinleri kapsayacak bilimsel bir inceleme kalıbının gerçekleşmesi için
Batılı olmayan Dinler Tarihçilerinin eleştirilerine kulak vermeli ve bu
eleştiriler ışığında yapılan yorum kategorilerini ve metotlarını yeniden gözden
geçirmelidir[162].