G. Cinsiyet[163]
Cinsiyet,
insanları kadınlar ve erkekler olmak üzere iki farklı bölüme ayırır. Beşer
kültüründe erkek ve dişi ayırımı, çoğu zaman zıt bağlamda değerlendirilmiş
hatta cinsiyet, çoğu kez bir tür hiyerarşi olarak anlaşılmış ve biri,
(özellikle erkek) ötekine (yani kadına) üstün bir cinste sayılmıştır.
Cinsiyetin durumu kültürlere, geleneklere göre değişiklik arzeder. Cinsiyet bu
yüzden otorite ve güç konusunda önemli sorunlar yaşayabilir.
İnsanları
cinsiyet kategorisiyle erkek ve kadın olarak iki kısımda düşünmek, hem
kavramsal hem de sosyal-pratik açıdan mümkün olabilir. Kişinin cinsiyeti, onun
hayat imkanlarını, yeteneğini, sembolik temsilini, sosyal gücünü, kültürel otoritesini,
beklentilerini, elbisesini veya fiziksel şiddete maruz kalıp kalmamasını,
duygusal ifadesinin mahiyetini, cinsel arzularının keyfiyetini anlamlandırır ve
isimlendirir. Bu açıdan cinsiyet bilgileri kişinin/dindarın sosyal değerini ve
dinî statüsünü de olumlu veya olumsuz etkileyebilir. Buna dayanarak cinsiyet
öncelikli olarak antropolojinin, dindar kişi bağlamında ise din
antropolojisinin ana konularındandır. Zaten cinsiyet meselesi, Doğu Asya dinî
kültüründeki Ying-Yang ayırımıyla veya baskın ve etkin dişi ilahelerle bile
Dinler Tarihi’nin önem duyması için yeterli olabilecektir[164].
Çağdaş
Dinler Tarihçileri, antropologların cinsiyetle ilgili görüşlerini bir cinsiyet
kategorisi (gender category) olarak metodolojik meseleler içine sokmuşlardır;
buna göre günümüzde biyolojik seks, güçlü olarak vurgulanmaktadır. Bunun
yanında kültüre dayalı gelişen cinsiyet anlayışı, zayıf tabiatlıdır. Bu
anlayışta, erkeğin üstünlüğü, kadının onun gerisinde kalışı, kaçınılmaz ve bir
o kadar da doğal bir olgudur. Bu durum hem kozmik olarak belirlenen hem de
ilahi açıdan düzenlenen bir kanun olmuştur. Heteroseksüelite (karşı cinse
duygusal ve cinsel ilgi duyma, kendi cinsine ilgi duymama), normatiftir. Bunun
yanında kadın/erkek arasındaki fark, kadının mahiyetine yeniden değer vermekle
tamir edilebilir özelliktedir. Sonuçta kozmolojik erkek/dişi farklılığı,
biyolojik bir farklılık vurgusuyla desteklenir ve beşer hayatında temel ve
belirleyici unsur haline dönüşür. Bunun yanında seks biyolojik bir form olarak
doğal bir olgu olurken, dış etkenlerin tesirinde ve onlara bağlı gelişen
cinsiyet ise kimi geleneklerde kültürel olarak algılanabilir[165].
Çağdaş
Dinler Tarihi’nde cinsiyetle ilgili üç temel eleştiri mevcuttur; Dinler
Tarihi’ne erkek egemen (androcentric) bilimsel çalışmalar hakimdir,
dinlerdeki kadın/dişi (female) unsurlara yönelik meseleler yeterince ele
alınmamaktadır; son olarak dindar kimlik olarak kadınların çeşitli dinler
içindeki konumlarının doğurduğu temel konular teori ve metot için fazla
önemsenmemektedir.
Günümüzde
İngiliz Dinler Tarihi Cemiyeti Başkanı Ursula King, cinsiyete bağlı
meselelerin, bir çok ülkenin uluslararası siyasetine, sosyal, ekonomik ve
akademik gündemine oturmuş olduğunu ve bilimsel soruşturma konuları arasına
girdiğini belirtir. Buna rağmen o, konunun Dinler Tarihi içindeki epistemolojik
ve disipliner çalışmalarda yeterince vurgulanmadığını iddia eder. Ona göre
cinsiyet çalışmaları, kadın erkek tüm bilim adamlarının sorunudur. Ancak
çoğunlukla kadın araştırıcılar tarafından ele alındığı şekliyle feminist
çalışmaların, daha çok baskın geleneksel anlayışa tepki olarak ve kadının
geçmişte marjinal kılınması sebebiyle geliştiğinin altını çizer[166].
Nitekim Çağdaş Dinler Tarihi, en fazla 1970’lerden itibaren kadın konusundaki
araştırmalarına karşı önemli eleştiriler yapıldığına şahit olmuştur. Bilhassa
bu dönemlerden itibaren kadın bilim adamları tarafından, bilimsel Dinler Tarihi
çalışmalarının erkek egemen bir bilim olduğu ve bu alana sürekli bir erkek
maskesinin giydirildiği ileri sürülmüştür. Buna ilave olarak Dinler Tarihi,
akademik çalışmalarında daima dindar olarak erkeğin ne yaptığını anlatan,
insanda erkek cinsini öne çıkaran ve önce onu anlatmak isteyen katı bir söyleme
sahip olmuştur. Yine çalışılan gelenekler içinde erkeğin yaptığı şeyler, genelleştirilmekte,
kadının yaptıkları ise sorunlu konular olarak görülmüştür. Bunun yanında
erkeğin din içinde yaptıkları sadece ciddi işler olmakla kalmayıp entelektüel
açıdan araştırma ve tahlile layık fenomenler olarak değerli ve tüm insanlığı
temsil hakkına sahip bulunmuştur[167].
Ursula
King’e göre geçmişte kadının farklı dinler içindeki rolü, imajı ve statüsü
nadiren erkek ilim adamlarının temel konusu olmuştu. Ancak artık kadın bilim
adamları bu konunun hem sujesi hem de bilimsel tahlilini yapan kişileri olmaktadırlar.
Din bilimi sahasında çalışan çok sayıda kadın bulunmaktadır ve bunların sayısı
arttıkça çağdaş akademik din bilimleri çalışmalarına katkıları da artmaya
başlamıştır. Ancak bu yine de yeterli değildir[168].
Nitekim King bir başka makalesinde[169]
Dinler Tarihi’nin tarihçesinde disipline yön verecek kadın bilginlerin
eksikliğinden yakınmaktadır. Ona göre XX. Asır içinde Dinler Tarihi için çok
önemli sadece üç bayan Dinler Tarihçi mevcuttur; Jane Harrison (Grek Dini), C.
A. Rhys Davids ve Isaline Blew ( Pali Budizmi). Ona göre bu bilim adamları,
kadın konusunu Dinler Tarihi’ne sürekli olarak taşımaktadır ve kadınların bu
bilime katkılarını vurgulamaktadırlar.
King,
erkek Dinler Tarihçilerin geleneksel metodolojik perspektiflerini, erkek
cinsiyeti merkezli faraziyelere dayandırırken hem veri toplama ve model inşa
etmede hem de temel teoriler ikame etmede bir takım ciddi sıkıntılar
doğurduklarını ileri sürmektedir. Ona göre Dinler Tarihi içindeki feminist
araştırmalar ve kadın bilim adamlarının çalışmaları, geleneksel metodolojiye ve
disiplinin temel sınırlarına meydan okuyacak güçtedir. Bunun için metot
konusunda yeni bir gelişim ve dönüşüm şarttır[170].
Din konusundaki erkek egemenliği, dinî gelenekler içinde özellikle modernizmin
etkisini bünyesinde daha fazla hisseden Hıristiyanlık’ta büyük ölçüde
tartışılmaktadır. Feminist teoloji adı verilen bir hıristiyan disiplini,
hıristiyanların tarihsel açıdan kadını kusurlu gören hatta dindarlık veya dinî
liderlik açısından yetersiz bulan tüm geleneksel teolojik anlayışları
“düzeltmeyi” amaçlamaktadır. Bu durum Yahudilik ve Budizm gibi diğer büyük
geleneklere de sıçramış bulunmaktadır[171].
Çoğunluğu kadın Dinler Tarihçi olmak üzere pek çok çağdaş bilim adamı, cinsiyet
konusunda erkek akımını kırmak ve kadının “içeriden” önemsenmesini sağlamak
için Dinler Tarihi içinde etkin çalışmalar yapmaktadırlar. Özellikle bu bilim
adamları, dinî geleneklerdeki kadının gerçek karakterinin teorileşmesi için
çaba gösterdiklerini ileri sürmektedirler[172]
Bir
diğer çağdaş Dinler Tarihçi Kim Knott, bir kadın olarak ampirik kadın
araştırmalarına yönelmesinin gerekçesini anlatırken, öncelikle geleneksel
fenomenolojik metodun feminist yaklaşım içinde sorgulanması gerektiğini
savunur. Ona göre fenomenolojik metot, rölatif yargıların paranteze alınmasını
öğretir ve teorik olarak “doğru bir yönteme” benzemektedir. Ancak erkek
egemenliğinde uygulamada bu metot, kadın aleyhtarı okumalarla tek taraflı
endişelere sevk edecek kimlikte işletilmektedir. Ona göre özellikle kadın
konusunda bilim adamları fenomenolojik metodu doğru olarak uygulamak
zorundadırlar[173].
Bunun
yanında Dinler Tarihi içinde bilimsel açıdan, başta dişi ilahlara ibadet konusu
olmak üzere disiplinin temel feminal konuları, feminist akım içindeki bilim
adamlarının artan ilgi odaklarından biridir. Ancak çağdaş bayan Dinler
Tarihçiler, feminist yaklaşımlarla Dinler Tarihi disiplini içinde cinsiyet
konusunda eleştirel çalışmalar yapmalarına rağmen marjinal kaldıklarının
bilincindedirler. Gene de mahalli ve kültürel anlamda cinsiyet kavramına yönelik
araştırmalar, artık erkek Dinler Tarihçileri’nin de ilgisi çekmiştir. Nitekim
onlar, konuyu metot ve teori bakımdan baskın söylemler içine almak
zorunluluğunu hissetmeye başlamışlardır[174].
Bundan dolayı King’e göre, her din içinde dindar kadının konumu meselesine
ciddi eğilim gösterilmelidir. Kadın dindarların dinî ritüel içindeki rolü,
kadının maneviyatı, mistik yönü, dinlerarası ilişkilere katılımı ve erkek
egemenliğini kırmak için gösterdiği dindar çabaları (söz gelişi Hıristiyanlık
içindeki ruhban sınıfına veya Hinduizm’de guru’nun dinî konumuna veyahut
Threvada Budizm’inin ruhban sınıfına yönelik kadınlardan gelen meydan okumaları
gibi), önemli sayılması gereken meselelerdir. Dinler içindeki dindar kadınların
konumları açıklığa tam olarak kavuşmadığı sürece, “normal” bir dindarın inancı,
tavrı veya tecrübesi tam olarak anlaşılamaz. Kadın ve erkek bir bütünlük
içinde ele alınmalıdır. Bunun için de
tam bir objektiflik içinde ve eşit mesafede kadın konusu ele alınmalıdır[175].
King’in
Dinler Tarihçiler için önemli bulduğu bir diğer konu da dinî metinlere yönelik
feminist yaklaşımın ileri sürdüğü hermönetik tenkitlerdir. Bu tenkitler, ona
göre erkek egemen dinî metinleri adeta sorgulamakta böylece metnin dogmatik
kafesi içindeki durumuna meydan okumaktadır. Ona göre dinî metinler için
feminist yaklaşımı öne çıkaran bir hermönetik mutlaka inşa edilmelidir. Bu
yorumlama biçimi, sadece kadınların daha fazla özgürleşmesini (söz gelişi, daha
fazla din içinde “mevcut”, “daha fazla görünürde” ve “daha fazla doğru olarak
tanımlanabilmesi gibi”) sağlamayacak aynı zamanda metnin dar kalıplardan
çıkarılıp gerçek anlamına kavuşmasını da sağlayacaktır[176].
Dinler
Tarihi’ne meydan okuyan feminist yaklaşımın ana karakteristiğini özetlersek; a.
Dinlerdeki ana kavramların cinsiyete bağlı durumunu irdeler. b. İlahla ilgili
kavramlardaki dişilik/erillik unsurları araştırıp, dişiliğe ait olanların
geçerliliğini öne çıkarır. c. Erkek egemen (andro-centric) sembollere meydan
okurken, aynı zamanda erkek müellifler tarafından yazılan dinî metinlerin
yeniden ele alınmasını ve yorumlanmasını ister. d. Cinsiyete dair dinî
fenomenlerin hermönetik bir şüpheyle açıklanmasını benimser. e. Dindar
kadınların daha rahat anlayabilmesi için kutsal kitaplar ve gelenek içindeki
mümtaz kadın şahısları yorumlar. f. Geleneklerin kadına yönelik yaklaşımlarını
tarihsel mukayese metodu içinde “kadın gözüyle” değerlendirir. g. Daha çok
kadının dindar tecrübesini önemser ve dindar kadınların sorunlarına eğilir.
H. Sonuç
Dinler
Tarihi, kendine özgü tarihçesi, metodolojik yaklaşımları, teori ve problemleri
olan beşeri ve sosyal bir ilim olarak bir taraftan sosyal bilimler içinde
otonomisini sağlamlaştırırken bir taraftan da onlardan dışlanmamaya dikkat
eder. Özgün metodolojisi, bu disiplinin en temel unsurlarından olup bilime
kendi karakteristik kimliğini vermek için vardır.
Çağdaş
Dinler Tarihi, oldukça fazla teori ile kompoze olmuş, karmaşık bir metodolojiye
sahip, belli başlı dinlerin yanı sıra mahalli, kurumsal geleneklere değer veren
çağdaş bilimdir. Günümüzde Dinler Tarihçiler metot ve teoriler kurarken,
günümüzde sadece diğer kardeş din bilimlerinden yararlanmazlar. Onlar, artık
başta tarih, filoloji (bilhassa din dili) olmak üzere felsefe, psikoloji,
antropoloji alanlarına dalan önemli dinî ve seküler bilimlerden de etkin
katkılar kabul ederler. Bunun neticesinde son yirmi küsür yıl içinde ortaya
çıkan metodolojik tartışma noktalarına baktığımızda, bunların genelde
disiplinler arası olmanın verdiği otonomi ile ortaya çıkan meseleler olduğu
hemen anlaşılmaktadır.
Çalışmamızda
ele aldığımız metodolojik sorunlar, günümüz Dinler Tarihçilerini “meşgul eden”
temel meselelerden sadece bazılarıdır. Söz gelişi burada aktarmaya çalıştığımız
din tanımı sorunu, doğrudan disiplinin kimliğine ait önemli bir tartışma konusu
iken, tasnif ve mukayese, disiplinin fonksiyonel yapısına ait iki temel
meseledir. Özellikle yeni mukayesecilik yaklaşımı, geleneksel mukayese
anlayışına meydan okumakta ve daha çok geleneklerin alt birimlerine inmeyi,
insan merkezli ürünlere daha fazla ilgi duymayı amaçlar ve mukayese işini daha
geniş yelpaze içinde, daha fazla diğer disiplinlerle işbirliği içinde
yapılmasını arzu eder. Bunun yanında modernlik, Dinler Tarihçi’nin metodolojik
güncelleme bilincini hızlandırırken, bir akım olarak modernizm yaklaşımları,
onun için din olgusuna ve dinlere yönelik başlıca meydan okumalardır.
Modernizmin bir sonraki safhası veya protestosu olarak algılanan postmodernizm
ise Dinler Tarihi için alt gruplara ait yerel kültürlere verdiği değerlerle ve
insanı merkeze alması gibi sebeplerle olumlu veya olumsuz etkileri olan bir
diğer meydan okumadır.
Bunun
yanında Dinler Tarihçileri, kendi meslektaşlarının bilimselliklerini de
eleştirmekte ve zaman zaman disiplin tarihi içindeki başlıca şahsiyetler, şu
veya bu şekilde ideolojik olmakla veya sömürgeciliğe ait amaçlara hizmet
etmekle suçlanabilmektedir. Özellikle Batılı Dinler Tarihçiler, bu bağlamda
daha yoğun bir takip altındadırlar. Çağdaş Dinler Tarihçinin gündeminde sadece
bu gibi konular bulunmaz. Aksine o, dünya, insan, ekoloji, sanat, kültür,
cinsiyet gibi seküler konularla da yoğun olarak ilgilenmekte ve temel disiplin
problemlerini bu alanlarla ilişkilendirerek, geçmişte kazanılan metodolojik
malzemelerle beraber elde edilen yeni bilgileri, yeni bilimsel verileri
değerlendirmekte, yorumlanmakta veya sorgulamaktadır. Bunlar arasında feminizm,
başlangıçta Hıristiyanlık içinde meşruluk kazanmak niyetindeyken günümüzde
öncelikle kadın Dinler Tarihçilerin ajandasında önemli yer edinen ve yavaş
yavaş marjinallikten sıradanlığa doğru kayan bir görüş haline bürünmektedir.
Burada
hemen belirtelim ki Dinler Tarihi geleneğinde ele alınan ve ortaya çıkan
sorunlu sonuçlar, çok hızlı bir şekilde yerel veya küresel cemiyet ve
birliklerin düzenlediği bilimsel faaliyetler veya yayın organları yoluyla
değerlendirilmekte veya tartışılmaktadır. Dinler Tarihi bu bağlamda din
bilimleri içinde en aktif ve en dinamik alanlardan biridir. Özellikle Batılı
Dinler Tarihçiler, kendi toplumları lehinde olmak üzere, bu konulara daha fazla
ağırlık vermekte dolayısıyla onlar bu meseleleri disiplinin metodolojik
gündemine oturtarak çağdaş Dinler Tarihi’nin seyrini belirlemekte aktif
görünmektedirler.
Sonuçta
daha fazla çağdaş antropolojik konulara meyleden ve bu konuları metodolojik
ajandasına alan ve burada entegre etmeye çalışan çağdaş Dinler Tarihi’nin
metodolojik açıdan geleceği, bu yeni açılımlar istikametinde yeni gündemlere
sahip olmasında yatmaktadır. Metodolojik ajanda da teorik meseleler kısa süre
içinde ve sistematik bir şekilde metodolojik unsur haline dönüşebilmektedir.
Bunun yanında güncel konuların alabildiğine ağırlığını hissettirdiği bir
ortamda, bilhassa Türkiye’deki modern Dinler Tarihi metodolojisi, Avrupa’dakine
nazaran “çok yeni” olmasına rağmen Batılı olmayan Dinler Tarihi gelenekleriyle
hemen hemen aynı yaştadır. Türkiye Dinler Tarihi Derneği’ne sahip Türk Dinler
Tarihçilerden beklenen, metot ve teori konusuna daha fazla önem vermeleri ve
özellikle yabancı dilde çalışmalar hazırlayarak hem kıtasal, hem de küresel
anlamda Dinler Tarihi geleneğine bilimsel katkılar sağlamaları ve bu akademik
kültür içinde gerçek ve layık oldukları yere bir an önce kavuşmalarıdır.
Cinsiyet,
insanları kadınlar ve erkekler olmak üzere iki farklı bölüme ayırır. Beşer
kültüründe erkek ve dişi ayırımı, çoğu zaman zıt bağlamda değerlendirilmiş
hatta cinsiyet, çoğu kez bir tür hiyerarşi olarak anlaşılmış ve biri,
(özellikle erkek) ötekine (yani kadına) üstün bir cinste sayılmıştır.
Cinsiyetin durumu kültürlere, geleneklere göre değişiklik arzeder. Cinsiyet bu
yüzden otorite ve güç konusunda önemli sorunlar yaşayabilir.
İnsanları
cinsiyet kategorisiyle erkek ve kadın olarak iki kısımda düşünmek, hem
kavramsal hem de sosyal-pratik açıdan mümkün olabilir. Kişinin cinsiyeti, onun
hayat imkanlarını, yeteneğini, sembolik temsilini, sosyal gücünü, kültürel otoritesini,
beklentilerini, elbisesini veya fiziksel şiddete maruz kalıp kalmamasını,
duygusal ifadesinin mahiyetini, cinsel arzularının keyfiyetini anlamlandırır ve
isimlendirir. Bu açıdan cinsiyet bilgileri kişinin/dindarın sosyal değerini ve
dinî statüsünü de olumlu veya olumsuz etkileyebilir. Buna dayanarak cinsiyet
öncelikli olarak antropolojinin, dindar kişi bağlamında ise din
antropolojisinin ana konularındandır. Zaten cinsiyet meselesi, Doğu Asya dinî
kültüründeki Ying-Yang ayırımıyla veya baskın ve etkin dişi ilahelerle bile
Dinler Tarihi’nin önem duyması için yeterli olabilecektir[164].
Çağdaş
Dinler Tarihçileri, antropologların cinsiyetle ilgili görüşlerini bir cinsiyet
kategorisi (gender category) olarak metodolojik meseleler içine sokmuşlardır;
buna göre günümüzde biyolojik seks, güçlü olarak vurgulanmaktadır. Bunun
yanında kültüre dayalı gelişen cinsiyet anlayışı, zayıf tabiatlıdır. Bu
anlayışta, erkeğin üstünlüğü, kadının onun gerisinde kalışı, kaçınılmaz ve bir
o kadar da doğal bir olgudur. Bu durum hem kozmik olarak belirlenen hem de
ilahi açıdan düzenlenen bir kanun olmuştur. Heteroseksüelite (karşı cinse
duygusal ve cinsel ilgi duyma, kendi cinsine ilgi duymama), normatiftir. Bunun
yanında kadın/erkek arasındaki fark, kadının mahiyetine yeniden değer vermekle
tamir edilebilir özelliktedir. Sonuçta kozmolojik erkek/dişi farklılığı,
biyolojik bir farklılık vurgusuyla desteklenir ve beşer hayatında temel ve
belirleyici unsur haline dönüşür. Bunun yanında seks biyolojik bir form olarak
doğal bir olgu olurken, dış etkenlerin tesirinde ve onlara bağlı gelişen
cinsiyet ise kimi geleneklerde kültürel olarak algılanabilir[165].
Çağdaş
Dinler Tarihi’nde cinsiyetle ilgili üç temel eleştiri mevcuttur; Dinler
Tarihi’ne erkek egemen (androcentric) bilimsel çalışmalar hakimdir,
dinlerdeki kadın/dişi (female) unsurlara yönelik meseleler yeterince ele
alınmamaktadır; son olarak dindar kimlik olarak kadınların çeşitli dinler
içindeki konumlarının doğurduğu temel konular teori ve metot için fazla
önemsenmemektedir.
Günümüzde
İngiliz Dinler Tarihi Cemiyeti Başkanı Ursula King, cinsiyete bağlı
meselelerin, bir çok ülkenin uluslararası siyasetine, sosyal, ekonomik ve
akademik gündemine oturmuş olduğunu ve bilimsel soruşturma konuları arasına
girdiğini belirtir. Buna rağmen o, konunun Dinler Tarihi içindeki epistemolojik
ve disipliner çalışmalarda yeterince vurgulanmadığını iddia eder. Ona göre
cinsiyet çalışmaları, kadın erkek tüm bilim adamlarının sorunudur. Ancak
çoğunlukla kadın araştırıcılar tarafından ele alındığı şekliyle feminist
çalışmaların, daha çok baskın geleneksel anlayışa tepki olarak ve kadının
geçmişte marjinal kılınması sebebiyle geliştiğinin altını çizer[166].
Nitekim Çağdaş Dinler Tarihi, en fazla 1970’lerden itibaren kadın konusundaki
araştırmalarına karşı önemli eleştiriler yapıldığına şahit olmuştur. Bilhassa
bu dönemlerden itibaren kadın bilim adamları tarafından, bilimsel Dinler Tarihi
çalışmalarının erkek egemen bir bilim olduğu ve bu alana sürekli bir erkek
maskesinin giydirildiği ileri sürülmüştür. Buna ilave olarak Dinler Tarihi,
akademik çalışmalarında daima dindar olarak erkeğin ne yaptığını anlatan,
insanda erkek cinsini öne çıkaran ve önce onu anlatmak isteyen katı bir söyleme
sahip olmuştur. Yine çalışılan gelenekler içinde erkeğin yaptığı şeyler, genelleştirilmekte,
kadının yaptıkları ise sorunlu konular olarak görülmüştür. Bunun yanında
erkeğin din içinde yaptıkları sadece ciddi işler olmakla kalmayıp entelektüel
açıdan araştırma ve tahlile layık fenomenler olarak değerli ve tüm insanlığı
temsil hakkına sahip bulunmuştur[167].
Ursula
King’e göre geçmişte kadının farklı dinler içindeki rolü, imajı ve statüsü
nadiren erkek ilim adamlarının temel konusu olmuştu. Ancak artık kadın bilim
adamları bu konunun hem sujesi hem de bilimsel tahlilini yapan kişileri olmaktadırlar.
Din bilimi sahasında çalışan çok sayıda kadın bulunmaktadır ve bunların sayısı
arttıkça çağdaş akademik din bilimleri çalışmalarına katkıları da artmaya
başlamıştır. Ancak bu yine de yeterli değildir[168].
Nitekim King bir başka makalesinde[169]
Dinler Tarihi’nin tarihçesinde disipline yön verecek kadın bilginlerin
eksikliğinden yakınmaktadır. Ona göre XX. Asır içinde Dinler Tarihi için çok
önemli sadece üç bayan Dinler Tarihçi mevcuttur; Jane Harrison (Grek Dini), C.
A. Rhys Davids ve Isaline Blew ( Pali Budizmi). Ona göre bu bilim adamları,
kadın konusunu Dinler Tarihi’ne sürekli olarak taşımaktadır ve kadınların bu
bilime katkılarını vurgulamaktadırlar.
King,
erkek Dinler Tarihçilerin geleneksel metodolojik perspektiflerini, erkek
cinsiyeti merkezli faraziyelere dayandırırken hem veri toplama ve model inşa
etmede hem de temel teoriler ikame etmede bir takım ciddi sıkıntılar
doğurduklarını ileri sürmektedir. Ona göre Dinler Tarihi içindeki feminist
araştırmalar ve kadın bilim adamlarının çalışmaları, geleneksel metodolojiye ve
disiplinin temel sınırlarına meydan okuyacak güçtedir. Bunun için metot
konusunda yeni bir gelişim ve dönüşüm şarttır[170].
Din konusundaki erkek egemenliği, dinî gelenekler içinde özellikle modernizmin
etkisini bünyesinde daha fazla hisseden Hıristiyanlık’ta büyük ölçüde
tartışılmaktadır. Feminist teoloji adı verilen bir hıristiyan disiplini,
hıristiyanların tarihsel açıdan kadını kusurlu gören hatta dindarlık veya dinî
liderlik açısından yetersiz bulan tüm geleneksel teolojik anlayışları
“düzeltmeyi” amaçlamaktadır. Bu durum Yahudilik ve Budizm gibi diğer büyük
geleneklere de sıçramış bulunmaktadır[171].
Çoğunluğu kadın Dinler Tarihçi olmak üzere pek çok çağdaş bilim adamı, cinsiyet
konusunda erkek akımını kırmak ve kadının “içeriden” önemsenmesini sağlamak
için Dinler Tarihi içinde etkin çalışmalar yapmaktadırlar. Özellikle bu bilim
adamları, dinî geleneklerdeki kadının gerçek karakterinin teorileşmesi için
çaba gösterdiklerini ileri sürmektedirler[172]
Bir
diğer çağdaş Dinler Tarihçi Kim Knott, bir kadın olarak ampirik kadın
araştırmalarına yönelmesinin gerekçesini anlatırken, öncelikle geleneksel
fenomenolojik metodun feminist yaklaşım içinde sorgulanması gerektiğini
savunur. Ona göre fenomenolojik metot, rölatif yargıların paranteze alınmasını
öğretir ve teorik olarak “doğru bir yönteme” benzemektedir. Ancak erkek
egemenliğinde uygulamada bu metot, kadın aleyhtarı okumalarla tek taraflı
endişelere sevk edecek kimlikte işletilmektedir. Ona göre özellikle kadın
konusunda bilim adamları fenomenolojik metodu doğru olarak uygulamak
zorundadırlar[173].
Bunun
yanında Dinler Tarihi içinde bilimsel açıdan, başta dişi ilahlara ibadet konusu
olmak üzere disiplinin temel feminal konuları, feminist akım içindeki bilim
adamlarının artan ilgi odaklarından biridir. Ancak çağdaş bayan Dinler
Tarihçiler, feminist yaklaşımlarla Dinler Tarihi disiplini içinde cinsiyet
konusunda eleştirel çalışmalar yapmalarına rağmen marjinal kaldıklarının
bilincindedirler. Gene de mahalli ve kültürel anlamda cinsiyet kavramına yönelik
araştırmalar, artık erkek Dinler Tarihçileri’nin de ilgisi çekmiştir. Nitekim
onlar, konuyu metot ve teori bakımdan baskın söylemler içine almak
zorunluluğunu hissetmeye başlamışlardır[174].
Bundan dolayı King’e göre, her din içinde dindar kadının konumu meselesine
ciddi eğilim gösterilmelidir. Kadın dindarların dinî ritüel içindeki rolü,
kadının maneviyatı, mistik yönü, dinlerarası ilişkilere katılımı ve erkek
egemenliğini kırmak için gösterdiği dindar çabaları (söz gelişi Hıristiyanlık
içindeki ruhban sınıfına veya Hinduizm’de guru’nun dinî konumuna veyahut
Threvada Budizm’inin ruhban sınıfına yönelik kadınlardan gelen meydan okumaları
gibi), önemli sayılması gereken meselelerdir. Dinler içindeki dindar kadınların
konumları açıklığa tam olarak kavuşmadığı sürece, “normal” bir dindarın inancı,
tavrı veya tecrübesi tam olarak anlaşılamaz. Kadın ve erkek bir bütünlük
içinde ele alınmalıdır. Bunun için de
tam bir objektiflik içinde ve eşit mesafede kadın konusu ele alınmalıdır[175].
King’in
Dinler Tarihçiler için önemli bulduğu bir diğer konu da dinî metinlere yönelik
feminist yaklaşımın ileri sürdüğü hermönetik tenkitlerdir. Bu tenkitler, ona
göre erkek egemen dinî metinleri adeta sorgulamakta böylece metnin dogmatik
kafesi içindeki durumuna meydan okumaktadır. Ona göre dinî metinler için
feminist yaklaşımı öne çıkaran bir hermönetik mutlaka inşa edilmelidir. Bu
yorumlama biçimi, sadece kadınların daha fazla özgürleşmesini (söz gelişi, daha
fazla din içinde “mevcut”, “daha fazla görünürde” ve “daha fazla doğru olarak
tanımlanabilmesi gibi”) sağlamayacak aynı zamanda metnin dar kalıplardan
çıkarılıp gerçek anlamına kavuşmasını da sağlayacaktır[176].
Dinler
Tarihi’ne meydan okuyan feminist yaklaşımın ana karakteristiğini özetlersek; a.
Dinlerdeki ana kavramların cinsiyete bağlı durumunu irdeler. b. İlahla ilgili
kavramlardaki dişilik/erillik unsurları araştırıp, dişiliğe ait olanların
geçerliliğini öne çıkarır. c. Erkek egemen (andro-centric) sembollere meydan
okurken, aynı zamanda erkek müellifler tarafından yazılan dinî metinlerin
yeniden ele alınmasını ve yorumlanmasını ister. d. Cinsiyete dair dinî
fenomenlerin hermönetik bir şüpheyle açıklanmasını benimser. e. Dindar
kadınların daha rahat anlayabilmesi için kutsal kitaplar ve gelenek içindeki
mümtaz kadın şahısları yorumlar. f. Geleneklerin kadına yönelik yaklaşımlarını
tarihsel mukayese metodu içinde “kadın gözüyle” değerlendirir. g. Daha çok
kadının dindar tecrübesini önemser ve dindar kadınların sorunlarına eğilir.
H. Sonuç
Dinler
Tarihi, kendine özgü tarihçesi, metodolojik yaklaşımları, teori ve problemleri
olan beşeri ve sosyal bir ilim olarak bir taraftan sosyal bilimler içinde
otonomisini sağlamlaştırırken bir taraftan da onlardan dışlanmamaya dikkat
eder. Özgün metodolojisi, bu disiplinin en temel unsurlarından olup bilime
kendi karakteristik kimliğini vermek için vardır.
Çağdaş
Dinler Tarihi, oldukça fazla teori ile kompoze olmuş, karmaşık bir metodolojiye
sahip, belli başlı dinlerin yanı sıra mahalli, kurumsal geleneklere değer veren
çağdaş bilimdir. Günümüzde Dinler Tarihçiler metot ve teoriler kurarken,
günümüzde sadece diğer kardeş din bilimlerinden yararlanmazlar. Onlar, artık
başta tarih, filoloji (bilhassa din dili) olmak üzere felsefe, psikoloji,
antropoloji alanlarına dalan önemli dinî ve seküler bilimlerden de etkin
katkılar kabul ederler. Bunun neticesinde son yirmi küsür yıl içinde ortaya
çıkan metodolojik tartışma noktalarına baktığımızda, bunların genelde
disiplinler arası olmanın verdiği otonomi ile ortaya çıkan meseleler olduğu
hemen anlaşılmaktadır.
Çalışmamızda
ele aldığımız metodolojik sorunlar, günümüz Dinler Tarihçilerini “meşgul eden”
temel meselelerden sadece bazılarıdır. Söz gelişi burada aktarmaya çalıştığımız
din tanımı sorunu, doğrudan disiplinin kimliğine ait önemli bir tartışma konusu
iken, tasnif ve mukayese, disiplinin fonksiyonel yapısına ait iki temel
meseledir. Özellikle yeni mukayesecilik yaklaşımı, geleneksel mukayese
anlayışına meydan okumakta ve daha çok geleneklerin alt birimlerine inmeyi,
insan merkezli ürünlere daha fazla ilgi duymayı amaçlar ve mukayese işini daha
geniş yelpaze içinde, daha fazla diğer disiplinlerle işbirliği içinde
yapılmasını arzu eder. Bunun yanında modernlik, Dinler Tarihçi’nin metodolojik
güncelleme bilincini hızlandırırken, bir akım olarak modernizm yaklaşımları,
onun için din olgusuna ve dinlere yönelik başlıca meydan okumalardır.
Modernizmin bir sonraki safhası veya protestosu olarak algılanan postmodernizm
ise Dinler Tarihi için alt gruplara ait yerel kültürlere verdiği değerlerle ve
insanı merkeze alması gibi sebeplerle olumlu veya olumsuz etkileri olan bir
diğer meydan okumadır.
Bunun
yanında Dinler Tarihçileri, kendi meslektaşlarının bilimselliklerini de
eleştirmekte ve zaman zaman disiplin tarihi içindeki başlıca şahsiyetler, şu
veya bu şekilde ideolojik olmakla veya sömürgeciliğe ait amaçlara hizmet
etmekle suçlanabilmektedir. Özellikle Batılı Dinler Tarihçiler, bu bağlamda
daha yoğun bir takip altındadırlar. Çağdaş Dinler Tarihçinin gündeminde sadece
bu gibi konular bulunmaz. Aksine o, dünya, insan, ekoloji, sanat, kültür,
cinsiyet gibi seküler konularla da yoğun olarak ilgilenmekte ve temel disiplin
problemlerini bu alanlarla ilişkilendirerek, geçmişte kazanılan metodolojik
malzemelerle beraber elde edilen yeni bilgileri, yeni bilimsel verileri
değerlendirmekte, yorumlanmakta veya sorgulamaktadır. Bunlar arasında feminizm,
başlangıçta Hıristiyanlık içinde meşruluk kazanmak niyetindeyken günümüzde
öncelikle kadın Dinler Tarihçilerin ajandasında önemli yer edinen ve yavaş
yavaş marjinallikten sıradanlığa doğru kayan bir görüş haline bürünmektedir.
Burada
hemen belirtelim ki Dinler Tarihi geleneğinde ele alınan ve ortaya çıkan
sorunlu sonuçlar, çok hızlı bir şekilde yerel veya küresel cemiyet ve
birliklerin düzenlediği bilimsel faaliyetler veya yayın organları yoluyla
değerlendirilmekte veya tartışılmaktadır. Dinler Tarihi bu bağlamda din
bilimleri içinde en aktif ve en dinamik alanlardan biridir. Özellikle Batılı
Dinler Tarihçiler, kendi toplumları lehinde olmak üzere, bu konulara daha fazla
ağırlık vermekte dolayısıyla onlar bu meseleleri disiplinin metodolojik
gündemine oturtarak çağdaş Dinler Tarihi’nin seyrini belirlemekte aktif
görünmektedirler.
Sonuçta
daha fazla çağdaş antropolojik konulara meyleden ve bu konuları metodolojik
ajandasına alan ve burada entegre etmeye çalışan çağdaş Dinler Tarihi’nin
metodolojik açıdan geleceği, bu yeni açılımlar istikametinde yeni gündemlere
sahip olmasında yatmaktadır. Metodolojik ajanda da teorik meseleler kısa süre
içinde ve sistematik bir şekilde metodolojik unsur haline dönüşebilmektedir.
Bunun yanında güncel konuların alabildiğine ağırlığını hissettirdiği bir
ortamda, bilhassa Türkiye’deki modern Dinler Tarihi metodolojisi, Avrupa’dakine
nazaran “çok yeni” olmasına rağmen Batılı olmayan Dinler Tarihi gelenekleriyle
hemen hemen aynı yaştadır. Türkiye Dinler Tarihi Derneği’ne sahip Türk Dinler
Tarihçilerden beklenen, metot ve teori konusuna daha fazla önem vermeleri ve
özellikle yabancı dilde çalışmalar hazırlayarak hem kıtasal, hem de küresel
anlamda Dinler Tarihi geleneğine bilimsel katkılar sağlamaları ve bu akademik
kültür içinde gerçek ve layık oldukları yere bir an önce kavuşmalarıdır.