Azerbaycanca İlk Dinsiz Forum

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Azerbaycanca İlk Dinsiz Forum

Cesaretli Olun


    DİNLER TARİHİ’NDE ÇAĞDAŞ METODOLOJİK PROBLEMLER -2

    avatar
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 72
    Kayıt tarihi : 25/09/09
    Nerden : Istanbul

    DİNLER TARİHİ’NDE ÇAĞDAŞ METODOLOJİK PROBLEMLER -2 Empty DİNLER TARİHİ’NDE ÇAĞDAŞ METODOLOJİK PROBLEMLER -2

    Yeni mövzu tarafından Admin B. Sen. 27, 2009 4:28 pm

    A. Din Tanımlama[14]




    “Din”,
    terim olarak günümüz Dinler Tarihi için hem eleştirel metodolojik araştırmalara
    götüren, hem de sorunlu konular ortaya çıkarabilecek güçte olan çok önemli bir
    kavramdır. O, aynı zamanda bir olgu olarak din biliminde hala en az “kutsal”
    kadar birincil oluş özelliğini korumaktadır.



    Çağdaş
    bilim adamları, özellikle zamanımızdaki “din tanımlarının”, başlıca metodoloji
    problemi olduğunun bilincindedirler. Onlara göre “dini” tanımlama işi, -çok
    açık bir ifadeyle-oldukça zordur ve günümüze kadar yapılan tanımlar da farklı
    boyutlarda olup tanım türleri açısından ve kendi bağlamlarında tarihsel,
    fenomenolojik ve antropolojik yeni problemlere ve neticelere götürebilecek
    özelliktedirler[15].
    Aslında bu kavram, dinî geleneklerin yanı sıra din olgusunu da tarihsel süreç
    içinde araştıran Dinler Tarihi’nin gelecekteki istikametini etkileyebilecek
    güçtedir. Zaten Dinler Tarihi’nin yaklaşık bir buçuk asırlık tarihçesi boyunca
    kavram, su üzerinde yüzen bir kütük gibi sağa sola kaymaktadır[16].
    Bu yönüyle, Dinler Tarihi’ni anlamlı kılan bu terim, gösterilen tüm akademik
    çabalara rağmen sorunlu oluşunu hala korumaktadır.



    Teorileştirme
    tarihi boyunca genel hatlarıyla tabiatla ilişkilendirerek [supra poterum
    naturis] (Müller) veya öz-tezahürler [essence-manifestations] ayırımıyla (Tiele,
    Saussaye, Leeuw, Heiler) yahut “Kutsal/ Numinous [mysterium tremendum et
    fascinans
    ]” tecrübesiyle (Otto) veyahut “farklı türlerden [kratophanie,
    hierophanie ve theophanie] kutsalın tecrübeleri” (Eliade) yoluyla anlaşılmak
    istenen “din”, kendi muhtemel “gerçek” anlamına doğru sürüklenmeye çalışılmış
    ve temelde üç şeyi kapsayacak hale dönüşmüştür; duygu, iman ve bilinç.
    Yine de çağdaş din bilgini için bu çabalar, bir bakıma “gizemli olanı bir başka
    gizemli olanla” (oscurium per oscurius) ifade etmekten başka bir şey
    değildir. Üstelik din tanımlarında daha fazla teolojilere dalmak, aynı zamanda
    Dinler Tarihi disiplinini dünya dinleri global teolojisi haline
    dönüştürme tehlikesini beraberinde getirebilecektir
    [17].


    Günümüz
    dünyasında “kültür”, “cemiyet”, “tarih”, “tecrübe” gibi özgün bir bilgiyi
    gerektiren pek çok alanda olduğu gibi din terimi üzerinde de hemfikir
    olunacak tam bir tanımın yapılması hem zordur hem de bu tanımın gerçek tanım
    olduğunun ispatlanması mümkün gözükmemektedir; dahası din, dil bilim açısından hayalet
    kadar ürkütücü ve tanımı imkansız
    kavramlardan biri olarak görülmektedir
    [18].
    Hatta “din”, bu bilime göre çok gerçek ve açık bir şekilde tecrübeyle
    hissedilebilen bir kategori olmasına ve çok sık ve yaygın kullanılmasına
    rağmen, her insan kesiminde kendi kendine anlamlar kazanabilen bir kelimedir
    [19].


    Buradan
    yola çıkarak Dinler Tarihçilerini böyle bir çıkmaza götüren söz konusu kavramın
    genel olarak iki temel özelliğinden bahsedebiliriz; a. Kelime, geniş bir
    kullanım alanına sahip olmasıyla (yani tüm gündelik konuşma ve maddi temsiller
    içinde soyut ve somut olarak alabildiğine kullanımı ve sıradan oluşuyla) bizi
    hayretler içinde bırakmaktadır. b. Aynı kelime, sahip olduğu gizemli
    unsurlarla, çok gelişmiş teorik ve metodolojik bilimsel soruşturmaların altında
    olmasına rağmen entegresi mümkün olmayan spekülatif bir konu şeklinde gittikçe
    bizi daha karmaşık ve daha sorunlu alanlar dünyasına doğru çekmektedir.



    Çağdaş
    Dinler Tarihçiler, din kelimesi konusunda oldukça geniş bir yaklaşım
    zenginliğine sahiptirler. Çoğu Dinler Tarihçi için bu kelime kadar bilinmesi
    kolay ve doğal hiçbir kavram yoktur. Onlar, buna dayanarak hemen bir
    tanımlamada bulunmak isterler. Sonuçta da “kendi” tanımlarını yaparlar. Ancak
    geniş dindar kitleler için “din” hakkındaki genel bilgi, aniden ortaya
    çıkarılmamış ve şeklen öğretilmemiş bilgidir. Halbuki şu açıktır ki dini
    anlamlı kılan ya İslam, Yahudilik veya Hıristiyanlık gibi özgün bir gelenektir
    yahut da dindarlarda görülen dinî tecrübeler, dinî ritüeller, dinî sanat hatta
    dinî fanatikler gibi bir fenomene bağlı olma durumudur. Bu gayretlerin tabii
    neticesinde çağdaş Dinler Tarihçisini bekleyen onlarca din tanımı veya kabul
    etmek zorunda kalacağı “tek bir din tanımı” olacaktır. Onlar için tanımdaki bu
    çoğulluk, gene de dinin tanımı yapılmaz bir olgu olduğu anlamına
    gelmeyecektir
    [20]. Bunun sonucunda “din”, Dinler Tarihi’nde pek
    çok anlama gelebilen, hatta bazen aşırı derecede tanımı doğru sanılan bir
    kavram olduğundan, anlamlardaki kargaşalı bu kesinlik, halklara veya bazı
    bireylere özgün dinî tecrübelerle veya görüşlerle çoğu kez korunmaya
    alınabilmekte ve mutlaklaştırılmaktadır. Bunlara popüler “din” anlayışlarına
    bilim adamlarının kafa karıştırıcı veya tek yönlü tanımları da eklenince, “din”
    artık kontrole edilemez bir açıklanma girdabına girebilmektedir
    [21].


    Dinler
    Tarihi, fonksiyonel olarak aynı zamanda dinler içindeki fenomenleri ve diğer
    kavramları tanımak, tanımlamak ve anlamlarını ortaya çıkarmak için çaba
    gösterdiğinden “din” tanımlamasındaki gayretleri normaldir. Zira tanımlama,
    Dinler Tarihi’nin günümüzdeki teori problemlerinden olup, araştırmacıdan bu
    konuya önem vermesi beklenir. Dinler Tarihi geleneğinde pek çok olgunun
    tanımlanma teşebbüsü olmuştur. Zaten Dinler Tarihi öncelikle din olgusunu
    tarihsel ve filolojik açıdan tanımlamakla işe başlamıştır. Böylece dini
    tanımlama, en az Dinler Tarihi kadar akademik bir maziye sahiptir. Söz gelişi
    Dinler Tarihi’nin “mucidi” sayılan Müller, “dini” mitlerden arındırmak için çok
    çaba gösterir. Müller’in dinlere bakışına en iyi örnek, dine verdiği tanımdan
    başlar; ona göre din, sonsuzun algılanması, ilkel bir şekilde
    Tanrı’ya sezgi yoluyla tapınmaktır.
    Bu tanım, aynı zamanda onun tarih ve
    filolojiyi mukayeseli olarak kullandığını da açık bir şekilde gösterir
    [22].


    Bu
    yüzden başta din olmak üzere temel fenomenleri tanımlama, aynı zamanda Dinler
    Tarihi’nin deskriptif karakterini berraklaştırmak için gereklidir. Bir başka
    değişle din hakkındaki tanımlamalar onun ana karakterini koruyacak şekilde
    olmak zorundadır. Çünkü Dinler Tarihi akademik ve seküler bir disiplin oluşu
    bir anlamda bu karakterine bağlıdır[23].
    Söz gelişi din hakkında teoriler kurgulayan Karl Marx (1818-1883) ve Sigmund
    Freud (1856-1939), dinin mahiyetini tanıtmakta başarısızlığa uğrarken, bunun
    temelinde onu ihtilafa düşüren ve özüne
    uygun olmayan terimlerle ifade ettiklerinin yattığının bilincinde değillerdi.
    Yine onlar, bu tutumun çoklu din tanımlarına götürdüğünü bilmiyorlardı. Marx,
    tek bir paragraf içinde dini tanımlarken “insanın yabancılaşmış ve tersyüz
    edilmiş alem bilinci” “alemle ilgili genel teori”, “genel teskin edici veya
    temize çıkarıcı dayanak”, “insanoğlunun fantastik realizasyonu” ve “dünyanın
    manevi aroması” gibi kelime dizilerini sarf etmişti. Freud ise ondan aşağı
    kalmayan bazı cümleler kurmuş dini, bazen bir dizi batıl inançlar veya
    ritüelistik ve obsesyonel pratikler zinciri olarak görmüştü[24].



    Dinler
    Tarihi dışından olan bu iki din yaklaşımı bile, dinle ilgili “gerçek” tanımlama
    gayretlerinin önemi için yeterlidir. Ancak disiplinimiz için bir tanımın teorik
    çerçevesini belirleme problemi en güncel sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
    Söz gelişi çağdaş Dinler Tarihçi Russell T. McCutcheon bu teorik çerçeveye
    örnek verir; ona göre tanımlama, akademik bir eylem olarak din, mit, ritüel,
    kurban, hac gibi kategorileri “icat” eden veya onları teorik modeller kurmak
    için“kullanan” ve beşeri davranışlara göre bu modellerin haritasını çıkaran
    teorik çabadır[25]



    Çağdaş
    Dinler Tarihçiler, geleneksel din tanımlarını değerlendirerek işe başlarlar.
    Hatta günümüzde meslektaşlarımızdan din tanımlarına yönelik çağdaş itirazlar
    çok süratli bir şekilde yükselmektedir. Söz gelişi Dinler Tarihçi Mark C.
    Taylor, yapılan tanımlardan yola çıkarak “din” teriminin evrensel bir fenomen
    olmadığını aksine karmaşık Batı tarihinin bir ürünü olduğunu savunurken
    [26],
    Chicago Üniversitesi’nden Jonathan Z. Smith ise etkili kitabı Imagining
    Religion
    (Dini Tasavvur Etmek)’de din hakkındaki tanımların bir kere
    yapılıp tüm zamanları kapsayacak şekilde olamayacağını açıklar; hatta ona göre dini
    ifade edecek kesin bir veri elimizde yoktur
    . Öyle ki ona göre “din”,
    tamamen bilim adamının yaratımındaki bir konu olup kendisine ait tahayyül edici
    kıyaslama ve genelleştirmeler yoluyla ve yine kendi amaçları için meydana
    getirilir. Dahası “din”, bilimsel bir disiplin içinde ele alınmalı ve aynı
    zamanda tanım açısından başka şeylere bağımlı olmalıdır. Bu yüzden Dinler
    Tarihçi, tavizsiz ve çok katı bir vicdan ve bilinç sahibi olarak dine
    yaklaşmalıdır. Bu bilinç yoluyla Dinler Tarihçi, en öncelikli, en önemli
    araştırma objesine yani dine kolayca yoğunlaşabilecektir
    [27].


    Bu
    kötümser yaklaşımların yanında tanımlara iyimser bakanlar da bulunmaktadır. Söz
    gelişi bir ara IAHR başkanlığı da yapan İtalyan Dinler Tarihçi Ugo
    Bianchi (ö. 1995), özellikle Din Fenomenolojisi ve Dinler Tarihi içinde din
    tanımının kategorik ve kendi otonomisine sahip önemli bir konu olduğunu kabul
    eder. O, dinin tarihsel süreç içinde kazandığı olumlu mahiyetine bağlı
    kalınmasını ve asla felsefe veya teolojik faraziyelerin inisiyatifine terk
    edilmemesini savunur. Böylece Bianchi’ye göre din, öncelikle bir Dinler Tarihi
    problemidir ve bu disiplinin olumlayıcı endüktif mahiyetine yabancı olan a
    priori
    bir kavram değildir
    [28].
    Ancak dinin tanımlanması sorunu, a priori olmayışına dayanarak yapılırken
    yöntemle bağ iyi kurulmalıdır. Ona göre din tanımındaki yöntem sorununu çözmek
    için ona fenomenolojik, tipolojik veya morfolojik açıdan yaklaşılmalıdır. Ancak
    tanımlama yapılırken yöntem alabildiğine geniş tutulmalı ve din tanımının
    öznelleşme veya ferdileşme tehlikesine düşülmemelidir. Yine de o, mevcut
    verilerle tam bir tanımlama yapılmasının çok güç olduğunu kabul eder. Ancak
    Dinler Tarihi, Sosyal Antropoloji gibi sadece işlevsel yapı, tanımlama veya
    deyimlerle ilgilenmediğinden ve Din Antropolojisi’nin alanı olan yaratılış ve
    gelişmenin tarihsel ardışıklığına da ilgi duyduğundan kısmen başarılı
    olabileceğini savunur
    [29].


    Bianchi,
    IAHR’nin 1990 yılında Roma’da yapılan ve “din” kavramının geniş olarak
    tartışıldığı XVI. genel kongresinde, din tanımının normatif olmayan, pozitif ve
    endüktif dayanaklarla çeşitli kültürel ve dinî alanlarla ilişki içinde, hem
    mahalli hem de küresel terminolojiyi kapsayacak bir şekilde yapılması
    gerektiğini tekrarlar. Ona göre bu terim, Latince kökü
    (releggere/religare/religere) dahil geç dönem Antikite ve Ortaçağ’da, Modern
    Avrupa üniversitelerinde geniş bir tartışma ortamı bulmuş ve günümüze kadar
    gelmiştir[30].



    Dinin
    tanımlanabileceğini savunan bir diğer Dinler Tarihçi de İskoç asıllı Ninian
    Smart (ö. 2001)’dır. Dine yaklaşım olarak, ritüel, mitik, doktrinsel, ahlaki,
    sosyal ve dinî tecrübe olmak üzere altı boyut öne süren Smart, dini sadece
    gözle görülebilir bir fenomen olarak anlamaz. Aksine ona göre din, oldukça
    zengin ve karmaşık bir fenomendir. Bu yüzden dinin tanımlanmasındaki temel
    güçlüğün ardında, yukarıda sayılan farklı türlerden din boyutlarının bulunması
    yatmaktadır. Bu boyutlar bilindiğinde din tanımı yapılması kolaylaşacaktır.
    Bilim tarihi ve metodoloji bilmeden
    bilimin gayesi ve mahiyeti konusunda konuşmak nasıl anlamsızsa dinin boyutlarını
    bilmeksizin onun gerçekliği konusunda konuşmak da o kadar anlamsız olacaktır.
    Ninian Smart, dinin tam olarak tanımlanabilmesi ve tarihsel açıdan
    araştırılması için tarafsız, objektif ve
    bilimsel bir çabanın gerekli olduğunu savunur[31].



    Mevcut
    din tanımlarını bilhassa dindarlara vurgu yaparak değerlendiren Merhum Dinler
    Tarihçi Günay Tümer (1938-1995), Batılı Dinler Tarihçiler tarafından yapılan
    “dinle” ilgili tanımların birbirinden az çok farklı olduğunu ve “dinin” bütün
    dinleri içine alabilecek bir tanımının yapılması gerektiğini söyler. Böylece o,
    din tanımında dinlerin yaptığı tanımlara vurgu yapar. Ona göre din kavramının
    sınırları kesin bir şekilde belirlendikten sonra, böyle bir tanımlama mümkün
    olabilir. Bunun için de başta tarih ve felsefe olmak üzere Dinler Tarihi’nin
    yararlanacağı malzeme büyük ölçüde önem kazanır. Sonuçta kapsamlı bir tarif
    için ilk önce, dinî hayatın bilinçteki yansıması demek olan şahsi tecrübe
    yoluyla elde edilen dindarlık kavramını tahlil etmek ve ortaya çıkan sonucu,
    kazanılan dinî malzemeyle karşılaştırmak gerekir. Böylelikle o, tarihsel,
    mukayeseli ve fenomenolojik açıdan “dine” yaklaşmayı öne çıkarmaktadır. Dahası Tümer’e
    göre son dinin temsilcisi olan müslümanların bu zamana kadar yaptığı “din”
    tanımlarının ortak noktası, bu kavramın ilahi kaynaklı olduğu ve gerçek bir
    dinin beşer kaynaklı olamayacağı yönündedir
    . Bunun yanında Batılıların
    tarifleri ona göre genelde iki kategori altında toplanabilir; a. İnsanın tavır
    ve davranışlarını inceleyerek dinin ne olduğunu anlamaya çalışanlar. b. İnsanın
    tavır ve davranışlarının arkasındaki saikleri inceleyerek dinin sosyal
    ilişkilerde niçin bir faktör olduğunu açıklamaya çalışanlar. Bu bakımdan
    Tümer’e göre Batılı din tanımları, ferdî tecrübe, zihnî, hissî, ibadetle
    ilgili ve sosyal unsurlardan ibaret olan beş unsurdan birini veya bir kaçını
    öne çıkararak yapılmıştır; halbuki dinlerde bu beş unsurun ötesinde başka
    unsurlar da bulunmaktadır
    . Yine Batılıların yaptığı din tanımlarında dikkat
    çeken bir başka husus da, din teriminin çoğunlukla Tanrı kavramıyla irtibatlandırılmasıdır.
    Bu teist tanımlar, genel olarak Budizm, Janizm gibi ilah kavramını
    bulundurmayan gelenekler dikkate alınarak tenkit edilmiş olsa da Tümer’e göre
    söz konusu geleneklerin ilah kavramına karşı çıkmadıkları ve ilkel kabilelerden
    gelişmiş olanlarına kadar tüm dinlerde Tanrı kavramının bulunduğu
    anlaşıldığından böyle bir irtibatlandırma doğaldır
    [32].


    Çağdaş
    Dinler Tarihçi Ekrem Sarıkçıoğlu ise din teriminin çeşitli dinlerdeki
    karşılıklarını verdikten sonra, dinin tanımlanmasında dindara yönelmenin
    zaruretine
    işaret eder
    [33].
    Ona göre farklı dinden çeşitli dindarlıkları yakından tanımanın önemi büyüktür.
    Ferdin diğer din mensuplarının manevi tecrübelerini ve ritüellerini bilmesi,
    bunları kendi diniyle kıyaslaması, kendisine anlama zenginliği ve ufuk
    genişliği verecektir. Sonuç olarak din kavramının gelişmesinde iki temel unsur
    büyük rol oynar; tenkitler ve bu tenkitler karşısında dindarın kendi dinini ve
    kaynaklarını müdafaa ederken ortaya koyduğu kavramsal gelişmeler ile yabancı
    dinlerle gittikçe artan tanışmalar ve bunun sonucunda elde edilen ufuk
    zenginliği
    [34].


    Türkiye
    Dinler Tarihi Derneği kurucu başkanı, çağdaş Dinler Tarihçi Abdurrahman Küçük
    ise “din” terimini çağdaş bir problem olarak önemsemiş ve onu Kur’ân-ı Kerim
    bağlamında tanımlamaya çalışmıştır. O, “dinin” kutsal metin içinde muhtelif
    kullanım şekillerini verip değerlendirdikten sonra, bu kavramın daha çok
    “örf ve adet” anlamına
    işaret ettiği sonucuna varmıştır. Genel anlamda
    Küçük, dinin iki boyutuna işaret eder; ona göre bir tarafta insan, diğer tarafta soyut ve niteliği farklı olguların yer
    alabileceği bir obje
    vardır. Bu ikisinin toplamında, muhteva olarak sürekli
    tekrarlanan ve buna bağlı oluşan ve devamlılık arz eden yapı ortaya çıkacaktır.
    Dinin tanımlanmasındaki güçlüğün gayet farkında olan Küçük’e göre “dinden”
    kesinlikle karşılıklı bir ilişki anlamı çıkar ve bu ilişkide belirleyici
    rol ilahi boyuta
    bahşedilir. Böylece o, Batılıların büyük ölçüde
    ihmal ettiği bir tanım boyutuna ısrarla vurgu yapar. Neticede ona göre insan, doğal
    ve zorunlu olarak bağlılık duygusuyla bu ilahi boyuta tekrarlanan amelleriyle
    yanıtlar verir
    . Küçük, dini özet olarak şöyle tanımlamaktadır; [din], İnanış ve davranış şekilleriyle insanlar
    arası ilişkileri düzenleyen ve insanların iyi işler yapmasını, barış ve huzur
    içinde bir arada yaşamasını sağlayan genel kurallar bütünüdür[35].



    Bunların
    yanında çağdaş Dinler Tarihçi Eric J. Sharpe, din tanımında Dinler Tarihçinin
    kişisel metodolojisine işaret eder; o, din üzerine yapılan tanımların öncelikle
    tanımlamayı yapan bilim adamının oryantasyonuna bağlı olduğunu belirtir. Hatta
    ona göre tanımları formüle edenlerin, belli ve öngörülere dayanan değişik
    amaçlara hizmet bile edebileceğini ileri sürmektedir. Bu bakımdan mevcut din
    tanımları, “tam” değildir ve dinin sadece bir veya birkaç yönünü açığa
    çıkarmaktadır. Bu bağlamda din, tıpkı sanat veya müzik gibi değişik yollardan
    işlev görmektedir. İnsanların onu anladığı yol veya yollar, kültüre coğrafyaya
    göre değişir. Sonuçta “din” karmaşık ve pek çok yönü bulunan bir kavram olup,
    ondan en derin sezgileri, dogmatik fikirleri ve bunlara verilen en harici
    dindar cevaplarını, sosyal yönleri, ve metafiziği tam olarak ifade etmesi
    beklenir[36]



    İçinde
    bulunduğumuz çağda görüşleriyle hala etkisini koruyan Dinler Tarihçi Mircea
    Eliade (1907-1986)
    [37]
    ise açık bir dille din olgusunun tanımlanabileceğini belirterek onun sui
    generis bir gerçeklik olduğunu eserlerinde belirtmektedir. Burada sui generis
    derken, farklı, eşsiz ve kendi kendine ortaya çıkan ve bu özelliği herkes
    tarafından bilinen şeyi
    kastetmekteyiz. Sonuçta sui generis din,
    dinî verinin kendini çok kolay bir şekilde ortaya çıkarmasından kaynaklanır. Bu
    yaklaşımı Eliade’nin din üzerine yazdığı her eserde gözlemlemek mümkün olabilir
    [38].
    Hatta Eliade’nin bir eserine ortak yazar olarak katılan Ion Couliano, girişte
    dinin mahiyetine dair sorular sorduktan sonra her hangi bir ciddi bilim
    adamının yoğun bir filoloji ve Dinler Tarihi eğitimi aldıktan sonra din
    konusundaki en ince sorulara bile kolayca yanıt verebileceğini ancak yine de
    disipline ait henüz cevaplanmamış bazı
    soruların olabileceğini ve bunların da Dinler Tarihi’ni pratik olarak sürekli
    göreve çağırdığını belirtir
    [39].
    Zaten Eliade için din otonomiye sahip bir sistem olup tek, karmaşık bir
    bütünlük içinde entegre olmuş fenomenlerden oluşur. Hatta ona göre din öyle bir
    otonomiye sahiptir ki kendi kaynağı ve işlevi açısından başka hiçbir sisteme
    (ekonomi veya cemiyete) ihtiyaç duymadan ortaya çıkmıştır. O, sui generis din
    olgusunu, kendine özgü kural ve yapılara sahip olan ve otonomiye dayalı bir
    evreni olan edebiyatla kıyaslamaktadır
    [40].


    Eliade,
    din tanımını tam olarak Pattern in Comparative Religion adlı
    çalışmasında vermektedir. Buna göre din, gücün tecrübeleri (kratophanies),
    kutsalın tecrübeleri (hierophanies) ve ilahların tecrübeleri (theophanies)’nden
    ibarettir
    [41].
    Ancak Eliade açıkça tanım konusundaki üzüntüsünü şöyle ifade etmektedir; “ne
    yazık ki şu an elimizde kutsalın tecrübesini ifade edecek, din kelimesinden
    daha uygun bir terim bulunmamaktadır”
    [42].
    Bunu şiddetle eleştiren McCutcheon’a göre Eliade, eski tanımlardan yola çıkmış
    ve asla yeni bir din tanımı savunmamış veya teklif etmemiştir. Hatta o, bunu
    bildiği halde metodolojik sorunları fazla araştırma gereği bile duymamıştır.
    Dahası ona göre Eliade, elinde öznel bir din tanımı olmadan, eserlerinde beşer
    davranışlarının dinî olduğunu ileri sürmüş, hatta tanıma uygun bir terminolojik
    ayırıma gitmeksizin hiyerofanilerin neleri sembolize ettiğini anlamaya
    çalışmış, mahiyetini tam bilmeden onları teofanilerle kıyaslamıştır
    [43].


    Buna
    rağmen Eliade, baş editörü olduğu ve Dinler Tarihi disiplini içinde önemli bir
    referans sayılan Encyclopedia of Religion’ın önsözünde, redüksiyonizmden
    de Batılı kültürel etkilerden mümkün olduğu kadar kaçınacaklarını, daha önce
    din hakkında yazılmış eserlerden çok, daha geniş ve özellikle batılı olmayan
    din anlayışlarına yer vereceklerini ve onları daha fazla önemseyecekleri vaat
    etmektedir
    [44].


    Sonuç
    olarakEliade etrafında toplanan bilimadamlarının ortak kanaatini şöyle
    özetleyebiliriz; a. din, sui generisdir
    [45]”;
    b. Onun araştırılması için özgün tarihsel, tasvirci ve yorumlayıcı metotlara
    ihtiyaç vardır; c. Bu metotlar, otonomiye sahip bir disiplin veya kurumsal
    mekan içinde kullanılmalıdır
    [46].


    Eliade
    sonrası (Post- Eliaden) dönem denilen 1986 sonrasında genel olarak Dinler
    Tarihi’ne hakim, nominal, realist, kapsamacı ve dışlamacı tanımlar olmak üzere
    dört din tanım tipolojisinden bahsedilmektedir. Doğrudan din terimine
    geleneksel anlamlar yüklemeyi sürdüren nominal tanımların yanında, realist
    din
    tanım türleri, hipotetik yapıları, evrensel olarak kabul eden özlere
    dönüştürmektedir. Buna en güzel örnek Spiro’nun verdiği tanımdır; o, dini üstün
    insanlara ve onların sıradan insanlara zarar verici veya yardım edici üstün
    güçlerine inanmak
    şeklinde özetlerken bu tanımı ifade etmektedir.
    Antropolog Clifford Geertz, daha sembolik ve nominal bir tanımlama ile
    dini insanda mevcut olan güçlü, yayılmacı ve uzun süren modlar ve
    motivasyonlar halinde hareket eden semboller sistemi olarak görmektedir.

    Bunun yanında kapsayıcı tanım türleri, belli bir dinî cemiyete ait
    olmaya karşı olan ve evrensel açıdan tüm insanlarda mevcut olan dindarlık
    niteliğini
    veya merkezi inançlar ve değerler kümesine yönelik olarak
    paylaşılan bir dindarlık olarak, bu kümedeki bireylerin her biri için gerekli
    ihtiyaç
    şeklinde anlaşılmaktadır. Son olarak dışlayıcı din tanımları
    mevcuttur; bu tanımlara göre din ile dinî olmayan unsurlar arasındaki sınırlar
    kesin çizgilerle ayrılmıştır
    [47].


    Eliade
    sonrası dönemde din hakkında yapılan en önemli toplantılardan biri de
    Uluslararası Dinler Tarihi Cemiyeti (IAHR)’nin 1990’da Roma’da yapılan XVI.
    Kongresinde ele alınan Dinler Tarihi Çalışmalarında Din Mefhumu adlı
    kollükyumdu. Bu toplantının 1994 yılında Ugo Bianchi’nin editörlüğünde yayımlanan
    [48]
    bildirileri doksan kadardı. Söz konusu çalışmada, tarihsel zeminli incelemeler
    yapan uluslar arası bir kuruluşun temsilcileri olarak çeşitli ülkelere ait
    Dinler Tarihçileri, sui generis din konusunda oldukça ihtilaf
    içinde gözükmekteydiler. Hatta IAHR’nin din konusundaki bu toplantısı açıkça
    göstermektedir ki sui generis din hakkındaki tartışmalar, milli ve
    coğrafik sınırların dışına taşmaktadır
    [49].
    Söz gelişi toplantıya bildiri sunmak üzere davet edilen tek Batılı olmayan
    (Avrupalı veya Kuzey Amerikalı olmayan) bilim adamı Sung-Hae Kim, din konusunda
    gözlemlenen Batılıların hakim etkisi sebebiyle disiplinin kısa zaman içinde Batı
    kökenli bir öğrenim aracı
    haline dönüşebileceği uyarısında bulunmuştur
    [50].
    Bu sorunu gidermek için ona göre bu kuruluşa üye bilim adamları, dinî
    gelenekler arasındaki farklılıklara, dinlerin özgün karakterlerine, kendi
    içindeki fonksiyonlarına, gösterdikleri “nihai referansa” saygı duymalı ve
    “insanlığın bütüncüllüğünü” korumayı amaç edinmelidirler
    [51].


    Din
    terimini beğenmeyen bunun için yerine alternatif isimler düşünenler de
    bulunmaktadır. Bunlar içinde en etkili olana W. Cantwell Smith’dir Eliade
    sonrası dönemde hala etkinliğini sürdüren ve çağdaş din bilimcilerini din
    kavramı konusunda metodolojik ve kategorik eleştiriler yapmaya sevkeden en
    önemli eserlerden biri ona ait olan ve
    “dini” sorgulayan The Meaning and End of The Religion (Dinin Anlamı ve
    Amacı)
    adlı çalışmadır
    [52].
    Din yerine “iman”, “dinî gelenek”, “Aşkın’a kişisel iman” gibi terimler
    kullanmayı tercih eden Smith’e göre din konusunda dindarlardan gelmeyen
    tabiatçı izahlar, dindarlar veya müntesipler için mutlak veri kaynağı
    olamazlar. Din hakkında sağlam verileri sağlayan yine dindar kesimin
    kendisidir. Sonuçta Smith şu kanıya varacaktır; din, kümülatif bir
    gelenektir ve bu geleneğin dışa ait cephesi, dinî tecrübenin en zirve toplamını
    oluşturmaktadır
    . Tarihsel kümülatif gelenek, tanım bakımdan, sosyolojik
    kıstaslarla belirlenen, heterojen ve ikincil sıradaki bir unsurdur. Onun
    karşısındaki iman ise, nispeten daha özgür, homojen ve orijinal bir unsurdur.
    Kümülatif geleneğin, subjektif, beşerî tecrübeleri mevcuttur ki bunlar, “Aşkın
    Varlığa” kişisel iman yoluyla çok daha önemli içkin unsurları oluştururlar.
    Sonuçta onun için “din” temelde içkin ve a priori gizemli bir unsur olup
    aynı zamanda bilinmez ve hükmedilemez bir olgudur
    [53].


    Bunun
    yanında IAHR’nin günümüzdeki Genel Sekreteri, Danimarkalı Dinler Tarihçi
    Armin W. Geertz de din konusundaki tartışmalara katılmış ve kognitif bir çözüm
    arayışına girmiştir. Ona göre dinin tanım (veya yapılanma) problemi, din
    biliminde metot ve teori problemi kadar önemli arzeder.
    Geertz, din (religion)
    terimini tanım sınırlarını zorlayan bir kelime olarak düşünür. Hatta ona göre
    insanlığın geçmişten gelen mirası da hesaba katıldığında “dinin” tam anlamını
    ortaya koymak için kalın bir kitap yazmak bile yetersiz kalır. Sonuçta onun
    için din konusundaki tanımların bazısı öze (essence) ait, bazısı
    işlevsel, bazısı müdahaleci tiplerdir. Ona göre din hakkında yapılacak
    analitik bir tanımlama, hem sembolik hem de mevcut hareket sistemlerini
    kucaklamalıdır. Bir başka ifadeyle yapılacak bu din tanımı, beşer varlığının
    nihai anlamlarını ve kapasitesini iyi idare eden, onu bilgilendiren ve
    yorumlayan, formelleşmiş sosyal bir kurum olarak kognitif açıdan ideal
    yorumlamaları kapsamalı, onları desteklemeli, pratik açıdan ise ideal praxisi
    teşvik etmelidir
    [54].


    Geertz’e
    göre özel olarak din tanımları genel olarak da din hakkındaki çalışmalar, sonu
    olmayan bir tartışma içinde her alanda yapılmaktadır. Ancak Dinler Tarihçiler,
    bunlardan asla yılmamalı aksine kafa yormalı ve disiplinin odağında bulunan bu
    meseleyi
    tanımlamak için gayret göstermelidirler
    [55].
    Ona göre Dinler Tarihi, din terimi hakkında temel bir teori kurmak zorundadır.
    Böyle bir teori, otomatik ve zaruri olarak sembol, ritüel, bilinç gibi diğer
    fenomenleri tetiklemelidir. Bu teoriler, en geniş boyutlarıyla diğer din
    bilimlerini kuşatmalı ve özellikle felsefi bir çatı altında kavramsal olarak
    temellendirilmeli sonuçta da postmodern meydan okumalara karşı emniyete
    alınmalıdır. Din tanımı için, biyolojik yapılar dahil, kognitif ve kültürel
    psikoloji, kültürel antropoloji ve sosyoloji gibi beşer bilimleri de devreye
    girmelidir
    [56].
    Sonuçta Geertz’in önerdiği din tanımı analitik bir teori olup, genel olarak
    antropolojik ve kognitif unsurlar taşır. Din tanımı, dedüktif bir yolla ele
    alınmalı ve teolojik olmaktan ziyade kognitif yaklaşımda ve daha fazla hümanist
    olmalıdır. Sonuçta o, din kavramını, beşer tarafından trans-ampirik olarak
    algılanan yüce güçlere veya varlıklara dikkat çeken ve sürekli sosyolojik
    açıdan empoze edilen hermönetik bir araç olarak görecektir.
    Bu yüzden de
    bir din tanımı, kültürel ve kognitif teorilerle birlikte sosyal etkileşim
    teorisine dayanarak temellendirilmelidir
    [57].


    Geertz,
    bu bağlamda din yerine kullanılmak üzere etnohermönetik terimini
    önermektedir.
    Ona göre bu terim, düşünce ve hareketin (kültürün) doğurduğu
    yorumlamalar ve modellerden oluşmakta olup bunlar aynı zamanda din biliminin
    ana konusu olan gerçek olguyu yani dini ifade etmek istemektedirler
    [58].
    Geertz, etnohermönetik yaklaşım derken, antropolojik, tarihsel ve lengüistik
    metotların bir karışımı olan bir yaklaşımı bize önermektedir. Ona göre
    etnohermönetik arayış, yorumlama sorunundan da önemlidir. Çünkü bu arayış,
    doğal konuşma ve hareketlerden yoksun olan modellere olumlu faydalar sağlar.
    Bununla ilişkili olarak Geretz’e göre Dinler Tarihçi’nin ele alacağı bir diğer
    metodolojik safha, etnohermönetik analizlerin sonucunda ortaya çıkan neticeleri
    disiplinin genel çatısı içinde değerlendirmek, teoriler ve modeller kurarken
    hatta ampirik yorumlar yaparken onlardan faydalanmak için çaba göstermektir
    [59].
    Ancak ona göre Diler Tarihçi din terimini terketmeye ihtiyaç duymazsa, bu
    durumda kesinlikte bulunduğu şartlara uygun olarak din terimiyle ne demek
    istediğini belirgin olarak açıklamak zorundadır
    [60].


    Aslında
    Dinler Tarihi gösterdiği bu çağdaş çabalarla, her yönden kuşatıcı bir din
    teorisi bilimi
    olabileceğini kanıtlayan ismindeki karakteristiğiyle, dine
    metodolojik yönden yaklaştığını bize gösteren bir disiplindir. Yine Dinler
    Tarihi, din konusundaki bu tür akademik çabalarıyla olumlu ve önemli bir zemine
    de haiz olacaktır; bir başka ifadeyle o, hem böyle bağımsız tavırlarıyla beşeri
    bir bilim –humanitas-[61]
    olduğunu, hem de modern üniversitelerde bilimsel olarak araştırma yapacak kadar
    akademik bir disiplin olduğunu bize ispatlamaktadır. Hatta sergilediği bu gibi
    yaklaşımlarla, din kavramını diğer sosyal hayat sınıflarına indirgemekte ve
    dinin sosyal bir olgu hatta kültürel çalışmalara önemli bir zemin olduğunu
    göstermektedir
    [62].


    Ancak
    yine de “dinin” terim olarak geniş bir spektrumda ve oldukça tuhaf (odd),
    ihtilafa açık, hatta bazen birbiriyle çelişebilen tanımlara sahip olduğu yaygın
    olarak bilinmekte ve bu durum Dinler Tarihi öğretilen yüzlerce din bilimi
    akademisi yoluyla canlı olarak hissettirmektedir. Din tanımı konusundaki
    araştırmalarla bu disiplin, sadece teoriler üretmeyip aynı zamanda yapılan
    tanımların tenkitini de yine kendisi yapabilmekte, hatta yine kendisi “başka
    bir din” hakkında her hangi bir pratiğe girmeden o dinin iyi bir gözlemcisi ve
    tasvir edicisi olunabileceğini bize gösterebilmektedir. Sonuçta din üzerinde
    yoğunlaşmanın sağladığı yararlardan biri de belli bir inanç lehinde o inanca
    sadık kalarak araştırma yapmadan,
    bir din araştırması (Religionswissenschaft)
    yapmanın da mümkün olduğunu ispat edebilmektir
    [63].


    William
    E. Arnal, Dinler Tarihçilerinin son yüzyıl içinde yaptığı din tanımlarını, öze
    ait olan tanımlar ve kültürel kontekse bağlı tanımlar olarak ikiye ayırır. Söz
    gelişi teori tarihi boyunca öze ait yapılan din tanımları, dini ontolojik,
    kültürel ve fonksiyonel olarak ele alırlar. Din dilinin işaret ettiği noktalar,
    öze ait tanımlarda doğrudan dinî objeler olurken, kültürel bağlamda ele alınan
    tanımlarda ise din dili, dolaylı anlatımlarla sembolik ve iletişimsel
    ifadelerle doludur. Öze ait din tanımlarında muhatap, alem dışındaki varlıklar
    olurken, kültürel bağlamın muhatabı alemin kendisidir. Yine öze ait din
    tanımlarında içerik, durağan ve gelenekler arası anlamlar taşırken, kültürel
    bağlama ait din tanımları sık sık keyfi veya özgündür. Son olarak öze ait din
    tanımlarında dinin değeri iyi veya kötü olarak ayırt edilirken, kültürel
    bağlama ait tanımlarda din, çoğu kez tarafsız bir nesne olarak algılanır. Ancak
    tüm din teorisyenlerinin ortak noktası, yapılan tanımların kesinlikle mutlak
    olmadığıdır ki bu Dinler Tarihi için hala çok önemli bir problem olarak
    durmaktadır[64].



    Son
    olarak yapılan din tanımları konusunda en acımasız eleştiri Çağdaş ve etkin
    Hollandalı Dinler Tarihçi Jacques Waardenburg’dan gelmiştir. Ona göre “din”
    kavramı konusundaki cereyan eden tartışmalar, göründüğü kadar masum bir
    tartışma değildir. Waardenburg, din bilimcilerine din tanımı konusunda “daha
    şeffaf” olmalarını tavsiye eder. Ona göre din ve dinler hakkında günümüzde
    süren tartışmalar beşerin gerçeği araştırma azmini göstermektedir
    . Ancak bu
    çabalar ideolojik açıdan kullanıldığı zaman hakikati örtmek anlamına
    gelecektir. Onu bu düşünceye sevkeden bir takım önemli sorular vardır; bir
    şeyi, din diye bize bildiren şey nedir? Bu tanıma kim karar verir? Bu kararı
    almada hangi teorik işlemler etkin olmuştur? En önemlisi de bu kararı almada en
    önemli maddi iddialarımız nedir? Bu sorulara dürüst cevap verilememesi
    ideolojiyi gündeme taşıyacaktır. Buna ilave olarak Waardenburg’a göre din veya
    dinler hakkındaki bilgi, kendi doğal istikametinde sürmezse bu kelimeye daha
    kötü veya daha iyi yön verdiğini söyleyenler mutlaka çıkacaktır
    [65].

    Bütün
    bunların karşısında Dinler Tarihi’nin geleceği içinde din tanımlarının ne
    olacağı sorusu da sorulabilir. Gelecek bakış açısıyla Dinler Tarihi, din terimi
    gibi ne onunla yapılabilen ne de onsuz olunabilen bir kavramla yaşamaya ya
    mahkum olacak veya yeni ve bulunduğu ortamla tutarlı olan, geçmişi ve dinî
    gelenekleri inkar etmeyen bir tarzda onu tanımlayacaktır
    [66].
    Unutulmamalıdır ki din, ancak tanımlanabildiği kadarıyla bir gerçekliktir.
    Latince bir söylemle imprimatur secretum veritas mysterium (sırları
    istediğiniz kadar yayınlayın, gerçek esrarını korur) tabiri bunu gayet iyi ifade
    etmektedir. Yine din terim olarak tüm dinleri ve ortamları kuşatacak genişlikte
    olmalıdır. Aslında Dinler Tarihi’nin isminde ve kimliğinde yer alan bir terim
    olarak “din”, daima yeniliklere açık olacak şekilde genişletilmeli, sahip
    olduğu teolojik, hiyerofanik, metafizik, sosyolojik, antropolojik ve kognitif
    değerler korunarak ( ve tahrip edilmeden) tekrar yorumlanabilir. Böylece
    kelimenin geçmişte sahip olduğu içerik statik kalmayacak, belki içeriğin
    geliştirilmesi söz konusu olacaktır. Özetle din bilimi için din gibi özgün bir
    kavramı tanımlamak, onun sabit sınırlarını belirlemek ve onun mahiyetine zarar
    verecek şeylerden onu arındırmak temel metodolojik problemlerden birini
    oluşturmaya devam edecektir. Ancak bütün bunlara rağmen Dinler Tarihi, sahip olduğu
    geniş teorik açılım ve metot araçlarıyla “dini” anlama ve tanımlamada görev
    üstlenmeyi sürdürmek zorundadır.

      Forum saatı: B. Apr. 28, 2024 9:23 am