Demir Mucizesi !!
Alıntı:
Şu ayetten yola çıkarak Demirin gökten indiği ve bunun 1400 yıl önce
kuran'da dile getirilmesinin yine mucize olduğu söylenmekte.
Bu geyik konuya fazla dalıp kendimi yormayacağım. Kuran'ın diğer ayetlerine bakarsanız ör:
Alıntı:
Bu ayettede "enzelna" denilmekte yani indirdik demek. Şimdi allah
don-gömlekte indirmiş ama bu ayetten tutup mucize çıkaran yok!!. Hem
insanlar sormazmı, madem don-gömlek indindirde bizim neden haberimiz
yok neden ilkel çağlarda insanlar yapraklarla, hayvan derileriyle
örtündü.
Hem şöyle tarihe bir göz atarsak Kurandan önce var olan hititlerin tanrısıda demiri indirdiğini söyler
Peki Demirin gökten indiği doğrumudur? tabiki değil..
Demir, gökten filan inmedi. Demir dünyanın oluşumu sırasında bolca
mevcuttu zaten ortada. Göktaşları ile glene belli bir miktar demir
varlığı doğrudur ama bu mevcut demirin çok küçük bir kesridir.
Göktaşları daha çok iridyum gibi bazı metalleri dünyaya taşıyan
materyallerdir.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Domuz Eti'nin Yasaklanması Mucizemidir?
Posted Sal, 08/11/2009 - 00:28 by Bedirhan
İslam dininin Yahudiler tarafından vahy edildiğinin bir delili de
İslam dinine Yahudilerce sokulan domuz eti yeme yasağıdır. Yani
islamiyetle gelen bir yasak değilmiş
Domuz Kadim Hint uygarlığından Yahudi inanışına etki eden en önemli
unsurlardan birisidir. Hint dinlerinde Tanrılardan birinin sembolüdür.
Tıpkı inek tıpkı fil tıpkı Bengal kaplanı gibi Tanrı telakki edilir ve
tapınılır. Hala daha Uzak Asya dinlerinin önemli bir kısmında bu
inanışlar sürdürülmektedir. Bu inanışların nasıl oluştuğu binlerce
yıldır bu inanışların hala nasıl kabul gördüğü tartışması ayrı bir
mesele. Ancak domuz özellikle Yahudilikte ve İslam da yenmesi haram
kılınan bir hayvan. Domuzun kutsallığı şekil değiştirilerek yenmesi
yasaklanıp bu inanç korunmuştur.
Hristiyanlar ise tam tersine domuz etini tüketirler. Bu gelenek
anlamsız Yahudi inançlarına karşı oluşturulmuştur. Öyle ya eğer bir
hayvanın eti günah ise kurban edilmeyecekse bu neden "koç" değil. Zira
eşcinselliğin en yaygın olduğu canlı türü oğlunu kurban olarak adayan
ve fakat göklerden indirilerek Peygamber oğlunu kurban olmaktan
kurtaran "koç" tur. Bir yasak olacaksa koç eti yasaklanmalı idi.
Hristiyanlık dini de Yahudi alimlerce çıkarılmıştır. Dönemim katı
Yahudi din adamları olan Rabbi'lerin uygulamalarına bir tepki olarak.
Hristiyan Peygamberinin Yeni Ahit'teki sözleri dikkatle incelenirse bu
tepkinin pek çok örneği bulınabilir. Bunlardan biri çok ünlüdür. Bir
recm cezası uygulanmak üzere iken:"Hayatında hiç günah işlemeyen ilk
taşı atsın" gibi.
Arap coğrafyasında domuz yetiştiriciliği imkansız. Eski çağlardan beri
küçük baş hayvancılık yaygın. Tabiat şartları domuz yetiştiriciliğine
müsait değil. O halde İslam dinine sokulan domuz yasağının başka bir
anlamı olmalıdır.
Yahudiler kendilerini Hristiyanlığa karşı korumak için İslam dinini
"vahy"ettirdiler. Arap coğrafyasında yaşayan Yahudiler kendilerini
müslüman göstererek Arap ,Türk ve diğer halkları istedikleri gibi
yöneteceklerdi. Eski inançlardan kalan domuz eti yememe yasağını çok
iyi bildikleri Kuran'a sokarak inançlarının devamını sağladılar. Tıpkı
sünnet gibi tıpkı diğerleri gibi.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Dişi Bal Arası Üzerine
Alıntı:
Dikkat ederseniz ayette insanlar tarafından hazırlanmış kovanlarda yuva edinmesinden bahsediyor.
Demek ki Muhammed'in döneminde balcılık, arıcılık vardı.
İncil'de ve Tevrat'ta da bal'dan söz eder. Hatta süt ve bal akan
ırmakların olduğu hayali ülkelerden bile söz eder. Yani cennet
tasvirinde süt ve bal akan ırmaklar, Muhammed'in hayali, kurgusu değil,
Tevrat'tan alıntısıdır.
İncil ve Tevrat'ta kovanlardan elde edilene sadece bal, dağlardan, ağaçlardan elde edilene ise yaban balı denir.
Dolayısıyla arıcılık, kovan kurma Tevrat döneminde de vardır.
Şimdi Kuran Mucizelerinde ne diyor:
Alıntı:
Demek ki yalan söylüyorlar.
Eğer biz baldan, kovandan değil, Kur'an'ın dişi arıya seslenişinden dolayı mucize diyoruz diyorlarsa eğer;
Muhammed'den binlerce yıl öncesinden yapılan arıcılıkta bu bilginin kat
kat fazlası vardır. Her arıcı kraliçe arıyı, dişi arıyı, erkek arıyı,
oğulu, arı sütünü, poleni, arı memesini, arı yumurtasını gayet iyi
bilir. Bunları bilmezse arıcılık yapamaz, bal elde edemez. Dolayısıyla
ortada bilinmeyipte Kur'an tarafından söylenmiş birşey yoktur.
Dişi arının keşfi Muhammed'den sonra olsaydı, belki o zaman bilinmeyeni söylemiş olurdu.
Kaldı ki ne Allah ne de Muhammed "dişi" demekten aciz değildir. Bunu
söylemekte bir mahzur da olmadığına göre dişi demediğine göre zorlama
ile yani cümlede pasif fiil var diye bunun dişiye söylenmiş olacağı
iddiası da boştur.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Karınca şeysi pardon mucizesi
Zatı muhterimin sitesinden aynen aktarıyorum..
Alıntı:
Ben yorum yapmayacağım, hiçbirşey yazmaya değmez çünkü. Çüşş ve ohaa diyorum başka bişeyde demiyorum.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Göğün Genişlemesi Mucizesi
İslamcıların ''mal bulmuş, mağribi gibi'' sarıldıkları zariyat 47'de ''genişleme''anlamına gelecek hiç bir kelime yoktur.
Bu tip uydurma mealler, tamamen sahtekarlıktan ibarettir.''Genişlemeyi'' MUSİUNE'ye yüklerler.
''Musiune'' (موسعون) kelimesi nasıl genişleme anlamına getirildiğini affınıza sığınarak bir fıkra ile anlatacağım.
Alıntı:
İşte zariyattaki ,''genişleme'' uydurması aynı bu fıkra gibidir.
İnançlı arkadaşların, itiraz etmemesi için, arapçadaki genişleme ve genişletmek manasına gelen kelimeleri yazıyorum.
genişlemek * اِتَّسَعَ; genişlemek; büyümek; çok geniş olmak;
zenginleşmek; (ل için) yeteri kadar büyük veya geniş olmak; (ل birinin)
emrinde olmak; (ل birine karşı) hassas olmak; (bir şeyi) yapabilmek;
genişlemek * اِسْتَوْسَعَ; genişlemek; daha da büyümek; (bir şeyi) geniş veya büyük saymak;
genişlemek * اِنْفَسَحَ; ferah olmak; genişlemek; [vakit] yeterince olmak;
genişlemek * عَرُضَ; u (عِرَض,عَرَاضَة); geniş olmak; genişlemek;
genişletmek * مَطَّطَ; (bir şeyi) genişletmek; açmak; (birine) sövmek;
genişletmek * نَدَحَ; a (نَدْح) (bir şeyi) büyütmek; genişletmek;
genişletmek * وَسَّعَ; (br şeyi) büyütmek; genişletmek; (bşi) yaymak;
(bşi veya من bşi) büyütmek; (على birine) zenginlik vermek, (birine, bir
şeyi) bol bol vermek;
genişletmek * اَسْبَغَ; (bşi) genişletmek; (bşi) tam yapmak; eksiksiz yapmak; (على b-e, bşi) bol bol vermek;
genişletmek * اَسْهَبَ; (…i) عن açmak; genişletmek;
genişletmek * فَرَّجَ; (bşi) genişletmek; ( ...arasını) بَيْنَ aralamak;
genişletmek * فَسَّحَ; (bşi) genişletmek; (ل için) yer açmak;
genişletmek * عَرَّضَ; (bşi) genişletmek; (bşi, …e) ل maruz bırakmak; (bşi) sergilemek;
genişletmek * عَظَّمَ; (...i) yüceltmek; (...i) ululamak; (bşi) büyütmek; (bşi) genişletmek;
Bakınız, şu an önümde Diyanetin Kamuran Yıldırım'a çevirttiği 1983 basımı kuran var. Orda zariyat 47 ye verilen anlam şöyle.
Alıntı:
Diyanet şimdiki mealini ''modaya ''uyarak şöyle çevirmiş
Alıntı:
Ne olduda? Kuranın anlamı 24 senede bu kadar değişti. Artık milleti kandırmak için, abartılı yalanlara ihtiyacınızmı var?
En namuslu çeviriyi yapan Abdul Baki Gölpınarlıdır. Onun çeviriside şöyle
Alıntı:
Ayrıca Abdul Baki Gölpınarlı , arapçayı ve farsçayı ,şu an ortada dolaşan ''mealcilerden' 'çok daha iyi bilen bir ''uzmandır''
İslamcılar, arapçadan hiç anlamayan ''mankurtlarına'' olurda, kamusa bakarlar diye '' mus'' kelimesinin ''vüs''
kelimesinden türediğini anlatırlar ki, külliyen yalandır(genişleme manası)
Şimdi bu ayetin türkçe harflerle okunuşuna bakalım.
vessema beneyneha bieydin ve inne le MUSİUNE
Burdaki ''vessemae'' bildiğiniz SEMA başındaki ''ve'' de bizim bildiğimiz ve ''beneyneha'' da bizimde kullandığımız
binadan gelme(arapçası' binae)
Uydurmasız meali ise, (ARAP, zaten bunu okuduğunda bundan başka bir şekilde anlamaz.)
VE SEMAYI GÜCÜMÜZLE BİNA ETTİK.
Bu ''GENİŞLETME'' uydurması tefsircilerin zorlamasıyla daha sonra popüler olmuş ve halk nezdinde 'tutturulmuştur.
Konuyla ilgili olarak Kitab-ı Mukaddes'ten bir örnek vereyim:
Alıntı:
Buradaki "geren" sözcüğünün anlamı çekerek genişletmektir.
Aslında ayetin doğru çevirisi germekte olandır. Yani ayet şöylede çevrilebilir:
Sizi yaratan, gökleri germekte, genişletmekte olan, dünyanın temellerini atan Rabbi nasıl olur da unutursunuz? (...)
Benzer ayet de Yeşeya 40:22'dir:
Alıntı:
Buradan yola çıkarak Kur'an'dan 1400 yıl önce, günümüzden 2800 yıl
önce evrenin genişletildiği mucizesini Eski Ahid'de görmekteyiz.
Demek ki bir mucizeden söz etmek gerekiyorsa taklidine değil, aslına bakmak gerekir.
Şimdi gelelim Zariyat-47'ye..
"Musiun" sözcüğünün Kur'an'da başka bir örneği yoktur.
Dolayısıyla kıyas imkanı da yoktur.
Tahminle hareket edilir.
"Vus'a" yani geniş anlamına gelen sözcüğün "vasiun"'a yani kuşatan,
kapsayan, genişlik veren halinin çoğulu olarak tahmin edilir.
Ne demektir vasiun'un çoğulu?
Genişleten değil de genişletenler mi?
Allah'ın mütevaziliği yani..
Bazı ayetlerde "Biz" der ya mütevaziliğinden.
Musiun'un Vasiun'un çoğulu olduğunun kanıtı yoktur.
Arapça'da ise Allah'ın sıfatlarından biri olarak rızk veren anlamında kullanılır.
Yine Arapça'da kötülük yapan anlamına da geldiği söylenir.
Bu tahmini kabul edelim. Hiçbir kanıtı olmamasına rağmen farzedelim ki musiun kelimesi vasiun'un çoğulu olsun.
Musiun kelimesinden önce gelen le takısı "daha çok", "çok fazla", "daha fazlasına da" "daha da" anlamlarına gelir.
Musiun fiili if'al babındandır.
Genişleten, genişletmekte olan, genişletici anlamına gelmesi için istifal babından olması gerekirdi.
İf'al babından olduğu için "Biz daha fazlasına da kurabilirdik"
"İstesek daha büyüğünü, daha genişini de yapardık" anlamı oluşturacak
şekilde "Biz çok vus'a malikiz" , "Biz herşeye kaadiriz", "Daha
büyüğüne de gücümüz yeter" şeklinde meallendirilmiş.
Tabi mucizeciler, kelimelerden, sayılardan medet umanlar ve bilim yeni
bir şey ortaya attığında hemen "Kur'an'da bunu nereye uydurabiliriz"
çabasında olanlar ayeti çarpıtıp "genişletmekteyiz" haline getirmişler.
Genişletmekteyiz, genişleticiyiz anlamında olması için;
"ve nahnu lehu mustevziun" denmesi gerekirdi.
Demek ki neymiş;
1- Kur'an'dan 1400 sene önce Eski Ahid'de göğün gerildiği, genişletildiği yazıyormuş zaten.
2- Musiun kelimesinin vasiun'un çoğulu olduğuna dair hiçbir
kanıt yokmuş. Kur'an'da başka musiun'da yokmuş. Dolayısıyla geniş
kökünden türediği bir tahminden ibaretmiş.
3- Tahminin doğru olduğunu varsaysak dahi fiil if'al babından
olduğu için genişleten, genişletmekte olan anlamına gelmezmiş.
"Genişlik sahibi" , kudretli" ,
"Daha genişine de kaadir" anlamına gelirmiş.
Gelelim 48. ayetle bağlantısına:
Alıntı:
Bu iki ayet birbiriyle bağlantılıdır. Birçok yer-gök ayetinde olduğu gibi.
Birbirinden kopuk ele alındığı takdirde yanlış meale sebep olur.
48. ayeti "Biz ne güzel döşeriz" "Biz ne güzel döşeyiciyiz" ya
da "Biz ne güzel düzenleyiciyiz" şeklinde de çevirebilirsiniz ama
Türkçesine en uygun olanı yukardaki gibidir.
47. ayetten göğün genişletilmeye devam edildiği anlamını
çıkarıyorlarsa eğer, 48'den de yerin döşetilmeye devam edildiği
anlamını çıkarman lazım.
Aslında bu iki ayette bir mucize yok. Tersine çelişki var. Ayetin
dünyayı uzayda bir gök cismi olarak algılamadığı, uçsuz bucaksız dümdüz
bir yer ve üzerinde de gök olarak algıladığı belli oluyor.
Zariyat-47'den evrenin genişlemesi ile ilgili zorlama mucize çıkarmakla uğraşmak yerine, Fussilet 10-12'deki çelişkileri halletmeye çalışsınlar.
Mucize mealcileri kelimelerle oynayıp, tahrif etmeye alıştı nasıl olsa,
önce göze batan bilime ters ayetleri düzeltmeye çalışsınlar da
düzenbazlıktaki ustalıklarını görelim. Ama kolay değil..
Lokal grup içindeki galaksilerin bazıları bize doğru gelir,bazılarıda
bizden uzaklaşırlar.Bir arı sürüsünün hareketiyle karşılaştırılabilecek
olan bu hareketin pek şaşırtıcı yanı yoktur aslında.Arılar da öteye
beriye,birbirlerine rölatif olarak hareket ederler,ama bir bütün olarak
sürüyü korurlar değil mi?Bizim kendi kümemizin (küme=galaksiler
topluluğuna verilen isim,arı toplulukları gibi) dışında kalan kümeleri
incelemek istediğimizde,durum oldukça farklıdır.Burada da her kümede iç
hareketler yine vardır,ama öteki bütün kümeler,bizimkinden öteye doğru
hareket ediyor görünümünü vermektedir.Evrenin genişlediği düşüncesini
veren,bu dikkate değer olgudur.
Bize en yakın küme 25 milyon ışık yılı kadar ötededir ve 500 yada
daha çok galaksiyi kapsar.Saniyede 750 mille bizden uzaklaştığını
gösteren bir kırmızı kayması vardır.Bugüne kadar keşfedilmiş olan en
uzak kümenin bunun 100 katı kadar bir kırmızı kayması vardır ki bu ışık
hızının beşte ikisi kadar bir uzaklaşmayı gösterir.Biliyorsun kırmızı
kayması uzaklaşmayı ifade eder.
Zariyat 47'i genişlemekten bahsediyor varsayalım!
Şimdi Zariyat 47-48'i beraber ele alırsak bu bir mucize değil, yalan
olur. Çünkü Zariyat 48'e baktığımızda yer (yani dünya) genişliyormuş
gibi olur. Oysa yukarıdaki örneğe baktığımızda Dünya (yer) bir
kütledir. Genişleyen dünya değil, evren olduğuna göre, daha doğrusu
kümeler bir birinden uzaklaştığına göre. Bu ayetlerden mucize çıkarmak
yalnış olur. Hatta bilime ters düşer
Son olarak ne İslam'ın, ne Kur'an'ın ne de Muhammed'in hiçbir mucizeye sahip olmadığını bizzat Kur'an ayetiyle kanıtlayalım:
Alıntı:
Bu ayet Muhammed'ten mucize isteyenlere Kuran'ın cevabı, mucize
gösteremeyince ne yapsın muhammed, kuran'a böyle bir ayet koyarak işin
içinden sıyrılır.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yörüngeler Mucizesi !
Mucize çıkarılan ayet şu
Alıntı:
Ayette geçen "felek" sözcüğünün yörünge olarak çevrilmesi tartışılır
bir konudur. Felek'in çok değişik anlamları vardır. zaman, kader,
talih, dünya, alem, sema vs
Ayrıca güneş her hangi bir yörüngede yüzmüyor. Ayette sanki güneş'te bir yörüngede yüzüyormuş gibi gösterilir.
Birde şu ayete bakalım
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Şimdi siz ne anladınız ? Ayetlere bakarsak dünyanın etrafında dönen bir güneş var
tebrikler işte bu:) Neymiş demek bundan mucize çıkarmak bir yana
dursun, Kuran'ın bilime kafa tuttuğunu bir kere daha görüyoruz.
Dünyamı güneş etrafında döner? yoksa güneşmi dünya etrafında döner ?
Bu yukarıdaki ayetlere bakıp tekrar sormak lazım kendimize
Birde bu konu hakkında islamiyet öncesi tarihe bakalım
M.Ö. 3000 – M.Ö. 600 Yılları Arasındaki Astronomi Çalışmaları
ESKİ ÇİNLİLER : ( M.Ö. 3000 – M.Ö. 600 )
Eski Çinliler’de medeniyet oldukça ileri bir seviyedeydi. Şöyleki; Türkler’ den korunmak için Çin Seddi’ni yapmışlardır.
Ay’ın ve Güneş’in görünür hareketlerini çok sağlıklı saptamışlar. 1
yılın 365.25 gün olduğunu biliyorlarmış ve buna göre takvim yapmışlar.
Tutulmaları gözlemlemişler ve nedenlerini doğru olarak yorumlamışlar,
bunların dönemli olduğunu görmüşler. Ay ve Yer’in yörünge hareketlerini
belki de biliyorlardı.
Süpernova, nova patlamalarını kaydetmişler. Günümüzde bu kayıtlardan yararlanarak yıldız evrimi modelleri denetlenmektedir.
Güneş lekelerini gözlemişler, fakat nasıl gözledikleri bilinmiyor. Gezegen gözlem kayıtları yoktur.
BABİLLER :
Aynı dönemde Babiller’de de oldukça fazla astronomi çalışmaları
vardı. Öncelikle Babiller, Çinliler’in bildikleri bilgilere sahipti.
Gezegenlerin yıldızlardan farklı olduğunun kanıtlarına ilk olarak
Babiller’de rastlıyoruz. Gezegenlerin geri hareketlerini izlemişler,
fakat bunlar hakkında yorum ve kanıtlar yok. Çinliler gibi tutulmaları
izlemişler ve tutulmanın dönemini bulmuşlar: 18 yıl 11 gün (saros
dönemi).
Babiller zamanında şu düşünce gelişmiştir: Dünya’da birçok insan ve
gökyüzünde de birçok yıldız var, her insanın bir yıldızı olmalı.
Güneş’in, Ay’ın ve gezegenlerin doğma batma zamanları ve yıldızların
sönmesi gibi olaylar insanların hayatlarıyla ilişkili olabilir. Bu
ilişkileri anlamak için gözlemler yapmışlar fakat bu konudaki soruları
yanıtlayamamışlar. Yıldızların gökyüzündeki hareketlerinin insanların
hayatlarını, karakterlerini etkiliyor diye düşünüyorlar. Böylece
“astroloji” nin bu çağda doğduğunu görüyoruz.
MISIRLILAR :
Mısırlılar’da bu dönemde Sirius yıldızının hareketlerine göre takvim
yapmışlar. Sonraki dönemlerde Güneş takvimine geçilmiştir.1 yıl 365 gün
alınmıştır. Özellikle geometride oldukça ileriydiler. Daire ile ilgili
bilgileri var ve pi sayısı biliniyor. Merkür ve Venüs’ün Güneş
etrafında dairesel yörünge hareketi yaptığını biliyorlardı.
Eski İngiltere : Bu dönemde daha çok Ay, Güneş ve gezegenlerin görünür
hareketlerine ait gözlemler. En önemli yapıt “Stonehenge” denilen yapı:
Her biri 5 – 10 ton ağırlığında, 15 – 20 tane taş, bir arazi içinde iç
içe daireler üzerine dizilmiş, 2 – 3 m. boyunda değişik boylarda
taşlardan oluşmuştur. Belli numaralı taşların doğrultusundan bakılınca
belli gök cisimlerinin doğma batma konumları bulunuyor.
AMERİKA :
Maya’lardan bize kalan kayıtlar; burçlar kuşağı, Ay, Güneş ve
gezegenlerin günlük hareketleri üzerine. Güneş burçlar kuşağının
merkezine konulmuş. Bunlar da Güneş takvimi kullanmışlar.
M.Ö.600 – M.S. 200 YILLARI ARASINDAKİ ASTRONOMİ ÇALIŞMALARI
ESKİ YUNANLILAR :
Bu dönemde günümüzdeki üniversitelere benzer okullar vardı. Astronomide
bu döneme ait gelişmeler filozofların tek tek katkıları şeklinde
olacaktır.
THALES : ( M.Ö. 640 - M.Ö. 545 )
Geometriye dayalı çalışmalarda bulunmuştur. Geometriyi iyi bildiği için
Ay’ın ve Güneş’in görünür hareketleri üzerine çalışmıştır.
Dünya’nın denizlerle çevrili düz bir kara parçası olduğunu düşünmüş.
Thales’in bıraktığı dünya haritası yukarıdaki gibidir. Haritada
Akdeniz, Avrupa ve İskandinavya kıyıları çok iyi çizilmiş. Bu harita
üzerinde işlenenler ve Dünya’nın düz olduğu düşüncesi yeni değil, eski
Çinliler’den alınmış bilgilerdir.
PARMANIDES :
M.Ö. 550 yıllarında çalışmalarını yaptığı biliniyor. Kayıtlara göre
Dünya’nın yuvarlak olduğunu düşünen ilk bilgin ve diğer kavimlerden
kalan gözlemsel bilgilere dayalı olarak bir Güneş Sistemi oluşturmuş.
Modelde Dünya merkezde, Ay Dünya’nın etrafında dairesel yörüngede
dolanıyor. Ay’dan sonra Güneş var, Güneş’ten sonra doğru sırada Merkür,
Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn gezegenleri yer almıştır.
ANAXIMENDES :
Dünya'nın yuvarlak olduğunu kabul etmiş. Tutulmalardan yararlanarak
Güneş'in yarıçapını tahmin etmiş. ( Rg = 27 Ry ) Tutulmalardan Güneş'in
uzaklığını 27 Ry olduğunu tahmin etmiştir.
Yanlış bir iddiada bulunmuştur. Yıldızları bir yüzey üzerindeki
deliklerden Güneş'in ışığının geçmesi olarak düşünmüş. Gündüz bu
yüzeyin arkasından çıkan Güneş görülüyor, gece bu yüzeyin arkasına
geçen Güneş'in ışığının yüzeydeki deliklerden geçmesi ile yıldızları
oluşturduğunu iddia etmiştir.
ANAXIMENES :
Ay, Güneş'ten aldığı ışığı yansıtarak parlak görülür demiştir. Fakat bu
gök cisimlerini ( Ay ve Güneş ) düz yüzeyli silindir yapılı cisimler
olarak tanımlamıştır. Yıldızları kristal birer çivi olduğunu ve yüzeyde
sabit olduğunu düşünüyor.
PHILALOS :
Dünya, evrenin tam merkezinde değildir diyor ve gözlemleri daha
dikkatli değerlendiriyor. Dünya'nın tam merkezde olmadığını, biraz
merkezden farklı bir yerde olduğunu ileri sürüyor.
EUDOXUS :
Dünya'nın, evren modelinde merkezde yer aldığını belirtmiştir. Ayrıca
Eudoxus'a göre gezegenler ikincil çemberler üzerinde dolaşıyorlardı. Bu
modelin oluşmasında Permenides, Philalos ve Pythagoras'ın görüşlerinden
faydalanmıştır. Tutulmalardan faydalanarak Ay ve Güneş'in
uzaklıklarını, yarıçaplarını karşılaştırmıştır. Eudoxus'un önemli
katkısı 2.cil çemberleri düşünmesidir. İkincil çemberlere "episaykl"
denilmiştir. Gezegenlerin görünür hareketindeki gözlemsel sonuçları
sağlamak için çemberlerin varlığını ileri sürmüştür. O günlerde 5
gezegen biliniyordu. Ay ve Güneş'le birlikte 7 tane gök cismi
biliniyordu. 7 tane birincil çember olmak üzere toplam 27 tane çember
ile gözlemleri açıklamaya çalışmıştır.
Eudoxus'tan sonra sırasıyla Galluppus, Empedokles, Leukippus,
Demokritus, Plato gibi o dönemin astronomları araştırmalar yapmıştır...
ARISTO : ( M.Ö. 384 - M.Ö. 322 )
Zamanın filozoflarından olan Aristo, Ay evrelerini doğru açıklamıştır.
Ay'ın ışık yaymadığını Güneş'ten aldığı ışığı yaydığını doğru olarak
açıklamıştır. Ay tutulması sırasında Dünya'nın gölge sınırı Ay
üzerindeki görüntüsü yay şeklinde olduğundan Dünya küre biçimli
olmalıdır yorumunu yapmıştır. Dünya'nın küre olduğunu gösteren ilk
kanıttır. Eudoxus modeline inanıyor ve o modeli geliştiriyor.
Geliştirdiği bu modeli yeni gözlemlerle açıklamak için 55 küreye
ihtiyaç duyuyor. Çember değil küre olmasının nedeni dini inanışlara
dayanmaktadır. Gök cisimleri hep küre biçimlidir. En mükemmel cisim
Dünya, diğerleri Dünya' ya benzemiyor. Gök cisimlerinin boşlukta nasıl
durduklarını düşünmüşler, bu soruya buldukları cevap, gök cisimlerinin
görünmez küreler üzerinde durduğu şeklindedir.
Birbiri üzerinde dönen ve kayan kristal küreler ses çıkarıyorlar.
Sadece günahsız iyi kullar kürelerin sesini duyabiliyorlar. Gök
cisimlerinin dönmelerini frekansa çevirince 7 tane ayrı ses, nota
bulunmuştur. Müzik bu şekilde doğmuştur. 7 tane birincil çember vardır.
Satürn'ün dışındaki kürede yıldızlar var. Bu kürelerin araları
sayıldığında tane kat var. Bütün büyük dinlerde bu yedi aralığa göğün 7
kat olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Yedi gök cisminden haftanın her
gününe birinin adı verilmiş. Haftanın 7 gün olması da o dönemdeki gök
cisimlerinin sayısı ile ilgilidir.
Aristo gelmiş geçmiş en büyük, en zengin ve güçlü filozoftur. Aristo
görüşlerini o kadar kabul ettiriyor ki, o ne derse doğrudur diye
düşünülüyor. Astronomi konusunda görüşleri yanlış olduğu halde rönesans
dönemine kadar onun görüşlerine inanılıyor ve farklı görüşler olsa da
Aristo'ya ters düşmemek için örtbas ediliyor ve astronomik görüşler
ilerlemiyor.
Aristo'dan sonra yaşayan ve dikkate alınmayan filozoflar: Heraklides, Aristarchus, Eratesthenes, Hipparchus ve Batlamyus'tur.
ARISTARCHUS : (M.Ö. 310 - 230)
İlk kez evrenin merkezinde Dünya değil Güneş var görüşünü savunmuştur.
Kayıtlara göre ilk Güneş merkezli model Aristarchus modelidir.
Yıldızların sonsuz uzakta olduklarını düşünmüş, "Evren Sonsuzdur"
görüşündeymiş. Güneş evrenin merkezindedir, Dünya'da bir gezegendir,
tüm gezegenler Güneş etrafında çember yörüngelerde dolanırlar ve Ay,
Güneş etrafında değil, Dünya'nın etrafında yörünge hareketi yapar
düşüncelerini savunmuştur. Gezegenleri sıralarken açısal hızlarını
ölçmüş ve açısal hızı büyük olanın Güneş'e olan uzaklığı daha küçüktür
görüşünden yararlanmış.
Aristarchus'un görüşleri kabul edilmemiş, 1500 yıl sonra Kopernik bu
görüşleri ileri sürecek ve onun görüşü olarak bilinecektir. Aristo'nun
etkisi nedeniyle bu görüşler unutulup kalıyor.
Aristarchus'un diğer katkıları; Dünya-Ay uzaklığını, Dünya-Güneş uzaklığı ile karşılaştırmıştır.
HIPPARCHUS : (M.Ö. 190 - 125)
Aristo modelini geliştirmiştir. Aristarchus modelini öğrenmiş fakat
kabul etmemiş. Bunun başlıca sebebi dini nedenlerdir. Aristo'nun
görüşleriyle karşılaştırıp onun görüşlerine karşı çıkılmıyor.
Hipparchus yıldızları gözlemlemiş ve bir katalok yapmış, bu katalok 850
yıldızın adı, konumu (koordinatları) ve parlaklıklarını içermektedir.
Bu katalok ilk astronomik katalok değil, daha önceden Çinliler'den bu
yana çeşitli kataloklar hazırlanmıştır. Hipparchus önceden yapılmış
kataloklarla kendinin kataloğunu karşılaştırmış ve tüm yıldızların
koordinatlarında sistematik bir kayma olduğunu buluyor. Bu sistematik
kaymanın Dünya'nın presesyon hareketinden kaynaklandığını ileri sürmüş,
bu bulgu doğrudur. Bu karmaşık harekete bağlı olarak koordinat
sistemlerinde kullanılan başlangıç noktasının (koç noktası) yılda 46"
kadar kaydığını da bulmuştur. Gerçek değer 50" dir. O zamanlar Koç
noktası Koç burcu hizasında iken günümüzde balık burcu hizasındadır
yani, 30° derece kaymıştır. Hipparchus da ekvator ile ekliptik
arasındaki epsilon açısını ölçmüş ve 23° 21` bulmuştur.
Ay'ın her zaman ekliptik üzerinde hareket etmediğini görmüş ve tutulum
çemberi ile 5° lik açı yaptığını saptamıştır. Gerçek değer 5° 8` dir.
Bugün ekliptikle Ay yörüngesi arasında açı olduğunu biliyoruz.
Hipparchus gezegen parlaklıklarının değiştiğini gözlemiş ve nedenini
şöyle yorumlamıştır: Gezegenler çember yörüngelerde Dünya etrafında
dolanırken parlaklıklarının değişmemesi gerekir. Gezegen parlaklıkları
değiştiğine göre Dünya evrenin tam merkezinde değil merkezden biraz
kaymış durumdadır. Merkez ile Dünya doğrultusunun hizasında karşı yönde
Dünya'nın bir eşinin olması gerektiği ve mer kezde olmadığından onu
dengeleyecek başka bir Dünya olmalıdır. İkincil çemberlerle oluşan
modelle gezgenlerin her türlü hareketi açıklanabiliyor. Hipparchus
dönemine kadar gelindiğinde daha duyarlı gözlemler yapıldıkça
kullanılan çemberlerin sayısı 70-80'e ulaşmıştır.
Yükseklik Arttıkça Göğsün Daralması
E.Hamdi Yazır meali şu şekilde
Alıntı:
Elmalı'nın mealini dikkate alırsak bu ayetten mucize çıkarmak komik
olur. şöyleki; Muhammed'in yaşadığı yer dağlarla, yüksek tepeler
bulunan bir bölge, durum böyleyken insanların tepelere çıkması doğal
olarak göğüslerini daraltır bu zaten bilinmeyen bir şey değil. Heleki
muhammed'in devamlı hira'ya çıktığını düşünürsek bol bol göğsü
sıkışıyormuş.
Diyanet maelinde ise aynen şöyle
Alıntı:
Yerden yükselmek demek, göğe yükselmek demektir.
Tevrat'ın, İncil'in, Kur'an'ın Tanrısı göktedir, gökten gelir.
O nedenle Musa, Tur dağına çıkmıştır.
O nedenle Muhammed, Hira dağına çıkmıştır.
O nedenle mabetler yüksek yerlere yapılır.
Dağlar kutsaldır dinlerde, dünyadan uzaklaştırır, Tanrıya yaklaştırır.
Gök sözcüğü Kur'an'da yanlış kullanılmıştır.
O yüzden mealciler de, mucizeciler de farklı yorumlarlar.
Kimisi 7 gökten atmosfer tabakalarını anlar.
Kimisi evreni.
Atmosfer tabakalarını anlamak yanlıştır.
Çünkü dünyaya en yakın göğün yıldızlarla donatıldığı yazılmıştır.
Öyleyse "gök" denildiğinde yıldızların olduğu bölgeleri de dahil anlamalıyız.
Bu durumda ayet kısmen yanlıştır. Çünkü atmosfer dışında hava yoktur.
Atmosfer dışında göğüs daralması değil boğulma ve ölüm meydana gelir.
Eğer "göğe biraz yükseldiğinizde" deseydi doğru olurdu.
Biz göğe yükselmekten atmosfer dahilinin kastedildiğini farzedelim.
Göğe nasıl yükselinir?
Dağa tırmanarak, balonla, uçakla, helikopterle.
Muhammed'in sıkça Hira dağına çıktığı anlatılır.
Deniz seviyesinden yükseldikçe hava yoğunluğu azalır, basınç da öyle.
Oksijenin azalması çeşitli rahatsızlıklara neden olur.
Bunların başında da solunum zorluğu, nefes nefese kalma gelir.
Yüksek dağlarda akciğer ödemine, kalp ve beyin rahatsızlıklarına kadar
hatta ölüme varacak sonuçlara ulaşılır. O nedenle de dağcılar oksijen
takviyesi yaparlar.
Örneğin Fifa, rakımı 2500 metreyi geçen yerlerde uluslararası maçları
yasaklamıştı. Bolivya'nın başkenti La paz 4000 metre yükseklikte ve
burada yapılan bir maçta Brezilyalı futbolcular fenalaşmış ve maske
takmak zorunda kalmıştı.
http://www.bbc.co.uk/turkish/news/st...altitude.shtml
Kırk yaşında bir adam, bırakın 1000 metreyi, bir kaç yüz metre yukarı
doğru dik bir yokuşta yürüsün bakalım. Göğsü daralıyor mu, daralmıyor
mu? Boğulacak gibi oluyor mu olmuyor mu?
Muhammed, bu deneyimi birkaç kez yaşadığı için bu etkiyi çok iyi bilir.
Alıntı:
... Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik... (Hadid Suresi, 25) |
kuran'da dile getirilmesinin yine mucize olduğu söylenmekte.
Bu geyik konuya fazla dalıp kendimi yormayacağım. Kuran'ın diğer ayetlerine bakarsanız ör:
Alıntı:
Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise indirdik. Takva (Allah'a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah'ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye onları insanlara verdik). |
Bu ayettede "enzelna" denilmekte yani indirdik demek. Şimdi allah
don-gömlekte indirmiş ama bu ayetten tutup mucize çıkaran yok!!. Hem
insanlar sormazmı, madem don-gömlek indindirde bizim neden haberimiz
yok neden ilkel çağlarda insanlar yapraklarla, hayvan derileriyle
örtündü.
Hem şöyle tarihe bir göz atarsak Kurandan önce var olan hititlerin tanrısıda demiri indirdiğini söyler
Peki Demirin gökten indiği doğrumudur? tabiki değil..
Demir, gökten filan inmedi. Demir dünyanın oluşumu sırasında bolca
mevcuttu zaten ortada. Göktaşları ile glene belli bir miktar demir
varlığı doğrudur ama bu mevcut demirin çok küçük bir kesridir.
Göktaşları daha çok iridyum gibi bazı metalleri dünyaya taşıyan
materyallerdir.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Domuz Eti'nin Yasaklanması Mucizemidir?
Posted Sal, 08/11/2009 - 00:28 by Bedirhan
İslam dininin Yahudiler tarafından vahy edildiğinin bir delili de
İslam dinine Yahudilerce sokulan domuz eti yeme yasağıdır. Yani
islamiyetle gelen bir yasak değilmiş
Domuz Kadim Hint uygarlığından Yahudi inanışına etki eden en önemli
unsurlardan birisidir. Hint dinlerinde Tanrılardan birinin sembolüdür.
Tıpkı inek tıpkı fil tıpkı Bengal kaplanı gibi Tanrı telakki edilir ve
tapınılır. Hala daha Uzak Asya dinlerinin önemli bir kısmında bu
inanışlar sürdürülmektedir. Bu inanışların nasıl oluştuğu binlerce
yıldır bu inanışların hala nasıl kabul gördüğü tartışması ayrı bir
mesele. Ancak domuz özellikle Yahudilikte ve İslam da yenmesi haram
kılınan bir hayvan. Domuzun kutsallığı şekil değiştirilerek yenmesi
yasaklanıp bu inanç korunmuştur.
Hristiyanlar ise tam tersine domuz etini tüketirler. Bu gelenek
anlamsız Yahudi inançlarına karşı oluşturulmuştur. Öyle ya eğer bir
hayvanın eti günah ise kurban edilmeyecekse bu neden "koç" değil. Zira
eşcinselliğin en yaygın olduğu canlı türü oğlunu kurban olarak adayan
ve fakat göklerden indirilerek Peygamber oğlunu kurban olmaktan
kurtaran "koç" tur. Bir yasak olacaksa koç eti yasaklanmalı idi.
Hristiyanlık dini de Yahudi alimlerce çıkarılmıştır. Dönemim katı
Yahudi din adamları olan Rabbi'lerin uygulamalarına bir tepki olarak.
Hristiyan Peygamberinin Yeni Ahit'teki sözleri dikkatle incelenirse bu
tepkinin pek çok örneği bulınabilir. Bunlardan biri çok ünlüdür. Bir
recm cezası uygulanmak üzere iken:"Hayatında hiç günah işlemeyen ilk
taşı atsın" gibi.
Arap coğrafyasında domuz yetiştiriciliği imkansız. Eski çağlardan beri
küçük baş hayvancılık yaygın. Tabiat şartları domuz yetiştiriciliğine
müsait değil. O halde İslam dinine sokulan domuz yasağının başka bir
anlamı olmalıdır.
Yahudiler kendilerini Hristiyanlığa karşı korumak için İslam dinini
"vahy"ettirdiler. Arap coğrafyasında yaşayan Yahudiler kendilerini
müslüman göstererek Arap ,Türk ve diğer halkları istedikleri gibi
yöneteceklerdi. Eski inançlardan kalan domuz eti yememe yasağını çok
iyi bildikleri Kuran'a sokarak inançlarının devamını sağladılar. Tıpkı
sünnet gibi tıpkı diğerleri gibi.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Dişi Bal Arası Üzerine
Alıntı:
Nahl/ 68-69. Rabbin bal arısına: "Dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış kovanlarda yuva edin; sonra her çeşit üründen ye; sonra da Rabbinin işlemen için gösterdiği yollardan yürü" diye öğretti. Karınlarından insanlara şifa olan çeşitli renklerde bal çıkar. Düşünen bir millet için bunda ibret vardır. |
Demek ki Muhammed'in döneminde balcılık, arıcılık vardı.
İncil'de ve Tevrat'ta da bal'dan söz eder. Hatta süt ve bal akan
ırmakların olduğu hayali ülkelerden bile söz eder. Yani cennet
tasvirinde süt ve bal akan ırmaklar, Muhammed'in hayali, kurgusu değil,
Tevrat'tan alıntısıdır.
İncil ve Tevrat'ta kovanlardan elde edilene sadece bal, dağlardan, ağaçlardan elde edilene ise yaban balı denir.
Dolayısıyla arıcılık, kovan kurma Tevrat döneminde de vardır.
Şimdi Kuran Mucizelerinde ne diyor:
Alıntı:
"Unutulmamalıdır ki arılarla ilgili bu gerçeğin bundan 1400 sene önce bilinmesi mümkün değildir. Ama Allah bu gerçeğe dikkat çekerek Kuran'ın bir mucizesini daha bize göstermiştir." |
Demek ki yalan söylüyorlar.
Eğer biz baldan, kovandan değil, Kur'an'ın dişi arıya seslenişinden dolayı mucize diyoruz diyorlarsa eğer;
Muhammed'den binlerce yıl öncesinden yapılan arıcılıkta bu bilginin kat
kat fazlası vardır. Her arıcı kraliçe arıyı, dişi arıyı, erkek arıyı,
oğulu, arı sütünü, poleni, arı memesini, arı yumurtasını gayet iyi
bilir. Bunları bilmezse arıcılık yapamaz, bal elde edemez. Dolayısıyla
ortada bilinmeyipte Kur'an tarafından söylenmiş birşey yoktur.
Dişi arının keşfi Muhammed'den sonra olsaydı, belki o zaman bilinmeyeni söylemiş olurdu.
Kaldı ki ne Allah ne de Muhammed "dişi" demekten aciz değildir. Bunu
söylemekte bir mahzur da olmadığına göre dişi demediğine göre zorlama
ile yani cümlede pasif fiil var diye bunun dişiye söylenmiş olacağı
iddiası da boştur.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Karınca şeysi pardon mucizesi
Zatı muhterimin sitesinden aynen aktarıyorum..
Alıntı:
Nihayet karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: "Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın sizi kırıp-geçmesin." (Neml Suresi, 18) Üstteki ayette "Karınca vadisi" denen özel bir yere ve özel karıncalara dikkat çekilmektedir. Hz. Süleyman'ın, karıncaların kendi aralarındaki konuşmalarını duymasında da, bilgisayar teknolojisinde yaşanacak olan gelişmelere yönelik bazı dikkat çekici işaretler bulunuyor olabilir. Günümüzde "Silikon Vadisi" terimi teknoloji dünyasının merkezini ifade etmektedir. Hz. Süleyman kıssasında da bir "karınca vadisi"nden bahsedilmesi son derece manidardır. Allah bu ayetle gelecekte yaşanacak olan ileri bir teknolojiye dikkat çekiyor olabilir. |
Ben yorum yapmayacağım, hiçbirşey yazmaya değmez çünkü. Çüşş ve ohaa diyorum başka bişeyde demiyorum.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Göğün Genişlemesi Mucizesi
İslamcıların ''mal bulmuş, mağribi gibi'' sarıldıkları zariyat 47'de ''genişleme''anlamına gelecek hiç bir kelime yoktur.
Bu tip uydurma mealler, tamamen sahtekarlıktan ibarettir.''Genişlemeyi'' MUSİUNE'ye yüklerler.
''Musiune'' (موسعون) kelimesi nasıl genişleme anlamına getirildiğini affınıza sığınarak bir fıkra ile anlatacağım.
Alıntı:
Adamın birinin lakabı ,ÖRDEKMİŞ. Bu ördek! bir gün bir arkadaşıyla kasabaya alış veriş yapmak için yola çıkmışlar.Epey bir yol aldıktan sonra Ördeğin arkadaşı gök yüzüne bakıp. - Hava bu gün, amma bulutlu demiş, Ördek lakaplı ,hemen arkadaşına çıkışmış Ayıp değilmi ? Biz arkadaşız Öteki - Ne olduki? Deyince - Sen bana ördek dedin - Ya ben sana ördek, demedimki. Deyince *Ördek lakaplı ,şarlamış. -Sen havada bulut var dedin. Hava bulutlanıca yağmur yağar ,yağmur yağınca su bir yelerde toplanır, gölet olur. Gölette ne yüzer? Ördek . Şimdi inkar etme, sen bana ördek dedin. |
İşte zariyattaki ,''genişleme'' uydurması aynı bu fıkra gibidir.
İnançlı arkadaşların, itiraz etmemesi için, arapçadaki genişleme ve genişletmek manasına gelen kelimeleri yazıyorum.
genişlemek * اِتَّسَعَ; genişlemek; büyümek; çok geniş olmak;
zenginleşmek; (ل için) yeteri kadar büyük veya geniş olmak; (ل birinin)
emrinde olmak; (ل birine karşı) hassas olmak; (bir şeyi) yapabilmek;
genişlemek * اِسْتَوْسَعَ; genişlemek; daha da büyümek; (bir şeyi) geniş veya büyük saymak;
genişlemek * اِنْفَسَحَ; ferah olmak; genişlemek; [vakit] yeterince olmak;
genişlemek * عَرُضَ; u (عِرَض,عَرَاضَة); geniş olmak; genişlemek;
genişletmek * مَطَّطَ; (bir şeyi) genişletmek; açmak; (birine) sövmek;
genişletmek * نَدَحَ; a (نَدْح) (bir şeyi) büyütmek; genişletmek;
genişletmek * وَسَّعَ; (br şeyi) büyütmek; genişletmek; (bşi) yaymak;
(bşi veya من bşi) büyütmek; (على birine) zenginlik vermek, (birine, bir
şeyi) bol bol vermek;
genişletmek * اَسْبَغَ; (bşi) genişletmek; (bşi) tam yapmak; eksiksiz yapmak; (على b-e, bşi) bol bol vermek;
genişletmek * اَسْهَبَ; (…i) عن açmak; genişletmek;
genişletmek * فَرَّجَ; (bşi) genişletmek; ( ...arasını) بَيْنَ aralamak;
genişletmek * فَسَّحَ; (bşi) genişletmek; (ل için) yer açmak;
genişletmek * عَرَّضَ; (bşi) genişletmek; (bşi, …e) ل maruz bırakmak; (bşi) sergilemek;
genişletmek * عَظَّمَ; (...i) yüceltmek; (...i) ululamak; (bşi) büyütmek; (bşi) genişletmek;
Bakınız, şu an önümde Diyanetin Kamuran Yıldırım'a çevirttiği 1983 basımı kuran var. Orda zariyat 47 ye verilen anlam şöyle.
Alıntı:
GÖĞÜ GÜCÜMÜZLE BİZ KURDUK, ŞÜPHESİZ BİZ GENİŞ KUDRET(GÜÇ) SAHİBİYİZ |
Diyanet şimdiki mealini ''modaya ''uyarak şöyle çevirmiş
Alıntı:
GÖĞÜ KENDİ ELİMİZLE BİZ KURDUK VE BİZ ONU (ELBETTE)GENİŞLETİCİYİZ |
Ne olduda? Kuranın anlamı 24 senede bu kadar değişti. Artık milleti kandırmak için, abartılı yalanlara ihtiyacınızmı var?
En namuslu çeviriyi yapan Abdul Baki Gölpınarlıdır. Onun çeviriside şöyle
Alıntı:
Ve biz, gökleri kurduk kudretle, onlardan daha üstününü, daha büyüğünü kurmaya da gücümüz yeter. |
Ayrıca Abdul Baki Gölpınarlı , arapçayı ve farsçayı ,şu an ortada dolaşan ''mealcilerden' 'çok daha iyi bilen bir ''uzmandır''
İslamcılar, arapçadan hiç anlamayan ''mankurtlarına'' olurda, kamusa bakarlar diye '' mus'' kelimesinin ''vüs''
kelimesinden türediğini anlatırlar ki, külliyen yalandır(genişleme manası)
Şimdi bu ayetin türkçe harflerle okunuşuna bakalım.
vessema beneyneha bieydin ve inne le MUSİUNE
Burdaki ''vessemae'' bildiğiniz SEMA başındaki ''ve'' de bizim bildiğimiz ve ''beneyneha'' da bizimde kullandığımız
binadan gelme(arapçası' binae)
Uydurmasız meali ise, (ARAP, zaten bunu okuduğunda bundan başka bir şekilde anlamaz.)
VE SEMAYI GÜCÜMÜZLE BİNA ETTİK.
Bu ''GENİŞLETME'' uydurması tefsircilerin zorlamasıyla daha sonra popüler olmuş ve halk nezdinde 'tutturulmuştur.
Konuyla ilgili olarak Kitab-ı Mukaddes'ten bir örnek vereyim:
Alıntı:
Yeşeya 51:13 Sizi yaratan, gökleri geren, Dünyanın temellerini atan RAB`bi Nasıl olur da unutursunuz? Sizi yok etmeye hazırlanan zalimin öfkesinden Neden gün boyu yılıp duruyorsunuz? Hani nerede zalimin gazabı? |
Buradaki "geren" sözcüğünün anlamı çekerek genişletmektir.
Aslında ayetin doğru çevirisi germekte olandır. Yani ayet şöylede çevrilebilir:
Sizi yaratan, gökleri germekte, genişletmekte olan, dünyanın temellerini atan Rabbi nasıl olur da unutursunuz? (...)
Benzer ayet de Yeşeya 40:22'dir:
Alıntı:
Gökkubbenin üstünde oturan RAB`dir, Yeryüzünde yaşayanlarsa çekirge gibidir. Gökleri perde gibi geren, Oturmak için çadır gibi kuran O`dur. |
Buradan yola çıkarak Kur'an'dan 1400 yıl önce, günümüzden 2800 yıl
önce evrenin genişletildiği mucizesini Eski Ahid'de görmekteyiz.
Demek ki bir mucizeden söz etmek gerekiyorsa taklidine değil, aslına bakmak gerekir.
Şimdi gelelim Zariyat-47'ye..
"Musiun" sözcüğünün Kur'an'da başka bir örneği yoktur.
Dolayısıyla kıyas imkanı da yoktur.
Tahminle hareket edilir.
"Vus'a" yani geniş anlamına gelen sözcüğün "vasiun"'a yani kuşatan,
kapsayan, genişlik veren halinin çoğulu olarak tahmin edilir.
Ne demektir vasiun'un çoğulu?
Genişleten değil de genişletenler mi?
Allah'ın mütevaziliği yani..
Bazı ayetlerde "Biz" der ya mütevaziliğinden.
Musiun'un Vasiun'un çoğulu olduğunun kanıtı yoktur.
Arapça'da ise Allah'ın sıfatlarından biri olarak rızk veren anlamında kullanılır.
Yine Arapça'da kötülük yapan anlamına da geldiği söylenir.
Bu tahmini kabul edelim. Hiçbir kanıtı olmamasına rağmen farzedelim ki musiun kelimesi vasiun'un çoğulu olsun.
Musiun kelimesinden önce gelen le takısı "daha çok", "çok fazla", "daha fazlasına da" "daha da" anlamlarına gelir.
Musiun fiili if'al babındandır.
Genişleten, genişletmekte olan, genişletici anlamına gelmesi için istifal babından olması gerekirdi.
İf'al babından olduğu için "Biz daha fazlasına da kurabilirdik"
"İstesek daha büyüğünü, daha genişini de yapardık" anlamı oluşturacak
şekilde "Biz çok vus'a malikiz" , "Biz herşeye kaadiriz", "Daha
büyüğüne de gücümüz yeter" şeklinde meallendirilmiş.
Tabi mucizeciler, kelimelerden, sayılardan medet umanlar ve bilim yeni
bir şey ortaya attığında hemen "Kur'an'da bunu nereye uydurabiliriz"
çabasında olanlar ayeti çarpıtıp "genişletmekteyiz" haline getirmişler.
Genişletmekteyiz, genişleticiyiz anlamında olması için;
"ve nahnu lehu mustevziun" denmesi gerekirdi.
Demek ki neymiş;
1- Kur'an'dan 1400 sene önce Eski Ahid'de göğün gerildiği, genişletildiği yazıyormuş zaten.
2- Musiun kelimesinin vasiun'un çoğulu olduğuna dair hiçbir
kanıt yokmuş. Kur'an'da başka musiun'da yokmuş. Dolayısıyla geniş
kökünden türediği bir tahminden ibaretmiş.
3- Tahminin doğru olduğunu varsaysak dahi fiil if'al babından
olduğu için genişleten, genişletmekte olan anlamına gelmezmiş.
"Genişlik sahibi" , kudretli" ,
"Daha genişine de kaadir" anlamına gelirmiş.
Gelelim 48. ayetle bağlantısına:
Alıntı:
47- Ves semae beneynaha bi eydiv ve inna le musiun 48- Vel erda feraşnaha fe nı'mel mahidun Göğü ellerimizle biz kurduk, daha fazlasına da kaadiriz. Yeri de biz yayıp-döşedik, ne kadar becerikliyiz. |
Bu iki ayet birbiriyle bağlantılıdır. Birçok yer-gök ayetinde olduğu gibi.
Birbirinden kopuk ele alındığı takdirde yanlış meale sebep olur.
48. ayeti "Biz ne güzel döşeriz" "Biz ne güzel döşeyiciyiz" ya
da "Biz ne güzel düzenleyiciyiz" şeklinde de çevirebilirsiniz ama
Türkçesine en uygun olanı yukardaki gibidir.
47. ayetten göğün genişletilmeye devam edildiği anlamını
çıkarıyorlarsa eğer, 48'den de yerin döşetilmeye devam edildiği
anlamını çıkarman lazım.
Aslında bu iki ayette bir mucize yok. Tersine çelişki var. Ayetin
dünyayı uzayda bir gök cismi olarak algılamadığı, uçsuz bucaksız dümdüz
bir yer ve üzerinde de gök olarak algıladığı belli oluyor.
Zariyat-47'den evrenin genişlemesi ile ilgili zorlama mucize çıkarmakla uğraşmak yerine, Fussilet 10-12'deki çelişkileri halletmeye çalışsınlar.
Mucize mealcileri kelimelerle oynayıp, tahrif etmeye alıştı nasıl olsa,
önce göze batan bilime ters ayetleri düzeltmeye çalışsınlar da
düzenbazlıktaki ustalıklarını görelim. Ama kolay değil..
Lokal grup içindeki galaksilerin bazıları bize doğru gelir,bazılarıda
bizden uzaklaşırlar.Bir arı sürüsünün hareketiyle karşılaştırılabilecek
olan bu hareketin pek şaşırtıcı yanı yoktur aslında.Arılar da öteye
beriye,birbirlerine rölatif olarak hareket ederler,ama bir bütün olarak
sürüyü korurlar değil mi?Bizim kendi kümemizin (küme=galaksiler
topluluğuna verilen isim,arı toplulukları gibi) dışında kalan kümeleri
incelemek istediğimizde,durum oldukça farklıdır.Burada da her kümede iç
hareketler yine vardır,ama öteki bütün kümeler,bizimkinden öteye doğru
hareket ediyor görünümünü vermektedir.Evrenin genişlediği düşüncesini
veren,bu dikkate değer olgudur.
Bize en yakın küme 25 milyon ışık yılı kadar ötededir ve 500 yada
daha çok galaksiyi kapsar.Saniyede 750 mille bizden uzaklaştığını
gösteren bir kırmızı kayması vardır.Bugüne kadar keşfedilmiş olan en
uzak kümenin bunun 100 katı kadar bir kırmızı kayması vardır ki bu ışık
hızının beşte ikisi kadar bir uzaklaşmayı gösterir.Biliyorsun kırmızı
kayması uzaklaşmayı ifade eder.
Zariyat 47'i genişlemekten bahsediyor varsayalım!
Şimdi Zariyat 47-48'i beraber ele alırsak bu bir mucize değil, yalan
olur. Çünkü Zariyat 48'e baktığımızda yer (yani dünya) genişliyormuş
gibi olur. Oysa yukarıdaki örneğe baktığımızda Dünya (yer) bir
kütledir. Genişleyen dünya değil, evren olduğuna göre, daha doğrusu
kümeler bir birinden uzaklaştığına göre. Bu ayetlerden mucize çıkarmak
yalnış olur. Hatta bilime ters düşer
Son olarak ne İslam'ın, ne Kur'an'ın ne de Muhammed'in hiçbir mucizeye sahip olmadığını bizzat Kur'an ayetiyle kanıtlayalım:
Alıntı:
İsra-59. Bizi, mucizeler göstermekten alıkoyan, daha öncekilerin onları yalanlamış olmasından başka bir şey değildir. |
Bu ayet Muhammed'ten mucize isteyenlere Kuran'ın cevabı, mucize
gösteremeyince ne yapsın muhammed, kuran'a böyle bir ayet koyarak işin
içinden sıyrılır.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yörüngeler Mucizesi !
Mucize çıkarılan ayet şu
Alıntı:
Oysa, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur; bunların herbiri birer yörüngede yüzüyorlar. Enbiya 33 - E.Hamdi Yazır |
Ayette geçen "felek" sözcüğünün yörünge olarak çevrilmesi tartışılır
bir konudur. Felek'in çok değişik anlamları vardır. zaman, kader,
talih, dünya, alem, sema vs
Ayrıca güneş her hangi bir yörüngede yüzmüyor. Ayette sanki güneş'te bir yörüngede yüzüyormuş gibi gösterilir.
Birde şu ayete bakalım
Alıntı:
...İbrahim: "Allah, güneşi doğudan doğduruyor, haydi, sen de batıdan getir!" deyince, o inkarcı herif donakaldı.... Bakara 258 - E.Hamdi Yazır |
Alıntı:
...(Bunun üzerine) İbrahim, "Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir" deyince, kâfir şaşırıp kaldı. .. Bakara 258 - Diyanet meali |
Alıntı:
... İbrahim, "Allah, Güneş'i doğudan getiriyor, hadi sen onu batıdan getir!" deyince, küfre sapan o adam apışıp kalmıştı... Bakara 258 - Y.Nuri Öztürk |
Şimdi siz ne anladınız ? Ayetlere bakarsak dünyanın etrafında dönen bir güneş var
tebrikler işte bu:) Neymiş demek bundan mucize çıkarmak bir yana
dursun, Kuran'ın bilime kafa tuttuğunu bir kere daha görüyoruz.
Dünyamı güneş etrafında döner? yoksa güneşmi dünya etrafında döner ?
Bu yukarıdaki ayetlere bakıp tekrar sormak lazım kendimize
Birde bu konu hakkında islamiyet öncesi tarihe bakalım
M.Ö. 3000 – M.Ö. 600 Yılları Arasındaki Astronomi Çalışmaları
ESKİ ÇİNLİLER : ( M.Ö. 3000 – M.Ö. 600 )
Eski Çinliler’de medeniyet oldukça ileri bir seviyedeydi. Şöyleki; Türkler’ den korunmak için Çin Seddi’ni yapmışlardır.
Ay’ın ve Güneş’in görünür hareketlerini çok sağlıklı saptamışlar. 1
yılın 365.25 gün olduğunu biliyorlarmış ve buna göre takvim yapmışlar.
Tutulmaları gözlemlemişler ve nedenlerini doğru olarak yorumlamışlar,
bunların dönemli olduğunu görmüşler. Ay ve Yer’in yörünge hareketlerini
belki de biliyorlardı.
Süpernova, nova patlamalarını kaydetmişler. Günümüzde bu kayıtlardan yararlanarak yıldız evrimi modelleri denetlenmektedir.
Güneş lekelerini gözlemişler, fakat nasıl gözledikleri bilinmiyor. Gezegen gözlem kayıtları yoktur.
BABİLLER :
Aynı dönemde Babiller’de de oldukça fazla astronomi çalışmaları
vardı. Öncelikle Babiller, Çinliler’in bildikleri bilgilere sahipti.
Gezegenlerin yıldızlardan farklı olduğunun kanıtlarına ilk olarak
Babiller’de rastlıyoruz. Gezegenlerin geri hareketlerini izlemişler,
fakat bunlar hakkında yorum ve kanıtlar yok. Çinliler gibi tutulmaları
izlemişler ve tutulmanın dönemini bulmuşlar: 18 yıl 11 gün (saros
dönemi).
Babiller zamanında şu düşünce gelişmiştir: Dünya’da birçok insan ve
gökyüzünde de birçok yıldız var, her insanın bir yıldızı olmalı.
Güneş’in, Ay’ın ve gezegenlerin doğma batma zamanları ve yıldızların
sönmesi gibi olaylar insanların hayatlarıyla ilişkili olabilir. Bu
ilişkileri anlamak için gözlemler yapmışlar fakat bu konudaki soruları
yanıtlayamamışlar. Yıldızların gökyüzündeki hareketlerinin insanların
hayatlarını, karakterlerini etkiliyor diye düşünüyorlar. Böylece
“astroloji” nin bu çağda doğduğunu görüyoruz.
MISIRLILAR :
Mısırlılar’da bu dönemde Sirius yıldızının hareketlerine göre takvim
yapmışlar. Sonraki dönemlerde Güneş takvimine geçilmiştir.1 yıl 365 gün
alınmıştır. Özellikle geometride oldukça ileriydiler. Daire ile ilgili
bilgileri var ve pi sayısı biliniyor. Merkür ve Venüs’ün Güneş
etrafında dairesel yörünge hareketi yaptığını biliyorlardı.
Eski İngiltere : Bu dönemde daha çok Ay, Güneş ve gezegenlerin görünür
hareketlerine ait gözlemler. En önemli yapıt “Stonehenge” denilen yapı:
Her biri 5 – 10 ton ağırlığında, 15 – 20 tane taş, bir arazi içinde iç
içe daireler üzerine dizilmiş, 2 – 3 m. boyunda değişik boylarda
taşlardan oluşmuştur. Belli numaralı taşların doğrultusundan bakılınca
belli gök cisimlerinin doğma batma konumları bulunuyor.
AMERİKA :
Maya’lardan bize kalan kayıtlar; burçlar kuşağı, Ay, Güneş ve
gezegenlerin günlük hareketleri üzerine. Güneş burçlar kuşağının
merkezine konulmuş. Bunlar da Güneş takvimi kullanmışlar.
M.Ö.600 – M.S. 200 YILLARI ARASINDAKİ ASTRONOMİ ÇALIŞMALARI
ESKİ YUNANLILAR :
Bu dönemde günümüzdeki üniversitelere benzer okullar vardı. Astronomide
bu döneme ait gelişmeler filozofların tek tek katkıları şeklinde
olacaktır.
THALES : ( M.Ö. 640 - M.Ö. 545 )
Geometriye dayalı çalışmalarda bulunmuştur. Geometriyi iyi bildiği için
Ay’ın ve Güneş’in görünür hareketleri üzerine çalışmıştır.
Dünya’nın denizlerle çevrili düz bir kara parçası olduğunu düşünmüş.
Thales’in bıraktığı dünya haritası yukarıdaki gibidir. Haritada
Akdeniz, Avrupa ve İskandinavya kıyıları çok iyi çizilmiş. Bu harita
üzerinde işlenenler ve Dünya’nın düz olduğu düşüncesi yeni değil, eski
Çinliler’den alınmış bilgilerdir.
PARMANIDES :
M.Ö. 550 yıllarında çalışmalarını yaptığı biliniyor. Kayıtlara göre
Dünya’nın yuvarlak olduğunu düşünen ilk bilgin ve diğer kavimlerden
kalan gözlemsel bilgilere dayalı olarak bir Güneş Sistemi oluşturmuş.
Modelde Dünya merkezde, Ay Dünya’nın etrafında dairesel yörüngede
dolanıyor. Ay’dan sonra Güneş var, Güneş’ten sonra doğru sırada Merkür,
Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn gezegenleri yer almıştır.
ANAXIMENDES :
Dünya'nın yuvarlak olduğunu kabul etmiş. Tutulmalardan yararlanarak
Güneş'in yarıçapını tahmin etmiş. ( Rg = 27 Ry ) Tutulmalardan Güneş'in
uzaklığını 27 Ry olduğunu tahmin etmiştir.
Yanlış bir iddiada bulunmuştur. Yıldızları bir yüzey üzerindeki
deliklerden Güneş'in ışığının geçmesi olarak düşünmüş. Gündüz bu
yüzeyin arkasından çıkan Güneş görülüyor, gece bu yüzeyin arkasına
geçen Güneş'in ışığının yüzeydeki deliklerden geçmesi ile yıldızları
oluşturduğunu iddia etmiştir.
ANAXIMENES :
Ay, Güneş'ten aldığı ışığı yansıtarak parlak görülür demiştir. Fakat bu
gök cisimlerini ( Ay ve Güneş ) düz yüzeyli silindir yapılı cisimler
olarak tanımlamıştır. Yıldızları kristal birer çivi olduğunu ve yüzeyde
sabit olduğunu düşünüyor.
PHILALOS :
Dünya, evrenin tam merkezinde değildir diyor ve gözlemleri daha
dikkatli değerlendiriyor. Dünya'nın tam merkezde olmadığını, biraz
merkezden farklı bir yerde olduğunu ileri sürüyor.
EUDOXUS :
Dünya'nın, evren modelinde merkezde yer aldığını belirtmiştir. Ayrıca
Eudoxus'a göre gezegenler ikincil çemberler üzerinde dolaşıyorlardı. Bu
modelin oluşmasında Permenides, Philalos ve Pythagoras'ın görüşlerinden
faydalanmıştır. Tutulmalardan faydalanarak Ay ve Güneş'in
uzaklıklarını, yarıçaplarını karşılaştırmıştır. Eudoxus'un önemli
katkısı 2.cil çemberleri düşünmesidir. İkincil çemberlere "episaykl"
denilmiştir. Gezegenlerin görünür hareketindeki gözlemsel sonuçları
sağlamak için çemberlerin varlığını ileri sürmüştür. O günlerde 5
gezegen biliniyordu. Ay ve Güneş'le birlikte 7 tane gök cismi
biliniyordu. 7 tane birincil çember olmak üzere toplam 27 tane çember
ile gözlemleri açıklamaya çalışmıştır.
Eudoxus'tan sonra sırasıyla Galluppus, Empedokles, Leukippus,
Demokritus, Plato gibi o dönemin astronomları araştırmalar yapmıştır...
ARISTO : ( M.Ö. 384 - M.Ö. 322 )
Zamanın filozoflarından olan Aristo, Ay evrelerini doğru açıklamıştır.
Ay'ın ışık yaymadığını Güneş'ten aldığı ışığı yaydığını doğru olarak
açıklamıştır. Ay tutulması sırasında Dünya'nın gölge sınırı Ay
üzerindeki görüntüsü yay şeklinde olduğundan Dünya küre biçimli
olmalıdır yorumunu yapmıştır. Dünya'nın küre olduğunu gösteren ilk
kanıttır. Eudoxus modeline inanıyor ve o modeli geliştiriyor.
Geliştirdiği bu modeli yeni gözlemlerle açıklamak için 55 küreye
ihtiyaç duyuyor. Çember değil küre olmasının nedeni dini inanışlara
dayanmaktadır. Gök cisimleri hep küre biçimlidir. En mükemmel cisim
Dünya, diğerleri Dünya' ya benzemiyor. Gök cisimlerinin boşlukta nasıl
durduklarını düşünmüşler, bu soruya buldukları cevap, gök cisimlerinin
görünmez küreler üzerinde durduğu şeklindedir.
Birbiri üzerinde dönen ve kayan kristal küreler ses çıkarıyorlar.
Sadece günahsız iyi kullar kürelerin sesini duyabiliyorlar. Gök
cisimlerinin dönmelerini frekansa çevirince 7 tane ayrı ses, nota
bulunmuştur. Müzik bu şekilde doğmuştur. 7 tane birincil çember vardır.
Satürn'ün dışındaki kürede yıldızlar var. Bu kürelerin araları
sayıldığında tane kat var. Bütün büyük dinlerde bu yedi aralığa göğün 7
kat olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Yedi gök cisminden haftanın her
gününe birinin adı verilmiş. Haftanın 7 gün olması da o dönemdeki gök
cisimlerinin sayısı ile ilgilidir.
Aristo gelmiş geçmiş en büyük, en zengin ve güçlü filozoftur. Aristo
görüşlerini o kadar kabul ettiriyor ki, o ne derse doğrudur diye
düşünülüyor. Astronomi konusunda görüşleri yanlış olduğu halde rönesans
dönemine kadar onun görüşlerine inanılıyor ve farklı görüşler olsa da
Aristo'ya ters düşmemek için örtbas ediliyor ve astronomik görüşler
ilerlemiyor.
Aristo'dan sonra yaşayan ve dikkate alınmayan filozoflar: Heraklides, Aristarchus, Eratesthenes, Hipparchus ve Batlamyus'tur.
ARISTARCHUS : (M.Ö. 310 - 230)
İlk kez evrenin merkezinde Dünya değil Güneş var görüşünü savunmuştur.
Kayıtlara göre ilk Güneş merkezli model Aristarchus modelidir.
Yıldızların sonsuz uzakta olduklarını düşünmüş, "Evren Sonsuzdur"
görüşündeymiş. Güneş evrenin merkezindedir, Dünya'da bir gezegendir,
tüm gezegenler Güneş etrafında çember yörüngelerde dolanırlar ve Ay,
Güneş etrafında değil, Dünya'nın etrafında yörünge hareketi yapar
düşüncelerini savunmuştur. Gezegenleri sıralarken açısal hızlarını
ölçmüş ve açısal hızı büyük olanın Güneş'e olan uzaklığı daha küçüktür
görüşünden yararlanmış.
Aristarchus'un görüşleri kabul edilmemiş, 1500 yıl sonra Kopernik bu
görüşleri ileri sürecek ve onun görüşü olarak bilinecektir. Aristo'nun
etkisi nedeniyle bu görüşler unutulup kalıyor.
Aristarchus'un diğer katkıları; Dünya-Ay uzaklığını, Dünya-Güneş uzaklığı ile karşılaştırmıştır.
HIPPARCHUS : (M.Ö. 190 - 125)
Aristo modelini geliştirmiştir. Aristarchus modelini öğrenmiş fakat
kabul etmemiş. Bunun başlıca sebebi dini nedenlerdir. Aristo'nun
görüşleriyle karşılaştırıp onun görüşlerine karşı çıkılmıyor.
Hipparchus yıldızları gözlemlemiş ve bir katalok yapmış, bu katalok 850
yıldızın adı, konumu (koordinatları) ve parlaklıklarını içermektedir.
Bu katalok ilk astronomik katalok değil, daha önceden Çinliler'den bu
yana çeşitli kataloklar hazırlanmıştır. Hipparchus önceden yapılmış
kataloklarla kendinin kataloğunu karşılaştırmış ve tüm yıldızların
koordinatlarında sistematik bir kayma olduğunu buluyor. Bu sistematik
kaymanın Dünya'nın presesyon hareketinden kaynaklandığını ileri sürmüş,
bu bulgu doğrudur. Bu karmaşık harekete bağlı olarak koordinat
sistemlerinde kullanılan başlangıç noktasının (koç noktası) yılda 46"
kadar kaydığını da bulmuştur. Gerçek değer 50" dir. O zamanlar Koç
noktası Koç burcu hizasında iken günümüzde balık burcu hizasındadır
yani, 30° derece kaymıştır. Hipparchus da ekvator ile ekliptik
arasındaki epsilon açısını ölçmüş ve 23° 21` bulmuştur.
Ay'ın her zaman ekliptik üzerinde hareket etmediğini görmüş ve tutulum
çemberi ile 5° lik açı yaptığını saptamıştır. Gerçek değer 5° 8` dir.
Bugün ekliptikle Ay yörüngesi arasında açı olduğunu biliyoruz.
Hipparchus gezegen parlaklıklarının değiştiğini gözlemiş ve nedenini
şöyle yorumlamıştır: Gezegenler çember yörüngelerde Dünya etrafında
dolanırken parlaklıklarının değişmemesi gerekir. Gezegen parlaklıkları
değiştiğine göre Dünya evrenin tam merkezinde değil merkezden biraz
kaymış durumdadır. Merkez ile Dünya doğrultusunun hizasında karşı yönde
Dünya'nın bir eşinin olması gerektiği ve mer kezde olmadığından onu
dengeleyecek başka bir Dünya olmalıdır. İkincil çemberlerle oluşan
modelle gezgenlerin her türlü hareketi açıklanabiliyor. Hipparchus
dönemine kadar gelindiğinde daha duyarlı gözlemler yapıldıkça
kullanılan çemberlerin sayısı 70-80'e ulaşmıştır.
Yükseklik Arttıkça Göğsün Daralması
E.Hamdi Yazır meali şu şekilde
Alıntı:
Enam-125 Allah, her kimi doğru yola erdirmek isterse, onun gönlünü islama açar. Her kimi de sapıklığa bırakmak isterse onun kalbini daraltır, öyle sıkıştırır ki, sanırsın öfkesinden göğe çıkacak. Allah imana gelmeyenleri o murdarlık içinde hep böyle bırakır. |
Elmalı'nın mealini dikkate alırsak bu ayetten mucize çıkarmak komik
olur. şöyleki; Muhammed'in yaşadığı yer dağlarla, yüksek tepeler
bulunan bir bölge, durum böyleyken insanların tepelere çıkması doğal
olarak göğüslerini daraltır bu zaten bilinmeyen bir şey değil. Heleki
muhammed'in devamlı hira'ya çıktığını düşünürsek bol bol göğsü
sıkışıyormuş.
Diyanet maelinde ise aynen şöyle
Alıntı:
Enam-125 Allah her kimi doğruya erdirmek isterse onun göğsünü İslâm'a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir. |
Yerden yükselmek demek, göğe yükselmek demektir.
Tevrat'ın, İncil'in, Kur'an'ın Tanrısı göktedir, gökten gelir.
O nedenle Musa, Tur dağına çıkmıştır.
O nedenle Muhammed, Hira dağına çıkmıştır.
O nedenle mabetler yüksek yerlere yapılır.
Dağlar kutsaldır dinlerde, dünyadan uzaklaştırır, Tanrıya yaklaştırır.
Gök sözcüğü Kur'an'da yanlış kullanılmıştır.
O yüzden mealciler de, mucizeciler de farklı yorumlarlar.
Kimisi 7 gökten atmosfer tabakalarını anlar.
Kimisi evreni.
Atmosfer tabakalarını anlamak yanlıştır.
Çünkü dünyaya en yakın göğün yıldızlarla donatıldığı yazılmıştır.
Öyleyse "gök" denildiğinde yıldızların olduğu bölgeleri de dahil anlamalıyız.
Bu durumda ayet kısmen yanlıştır. Çünkü atmosfer dışında hava yoktur.
Atmosfer dışında göğüs daralması değil boğulma ve ölüm meydana gelir.
Eğer "göğe biraz yükseldiğinizde" deseydi doğru olurdu.
Biz göğe yükselmekten atmosfer dahilinin kastedildiğini farzedelim.
Göğe nasıl yükselinir?
Dağa tırmanarak, balonla, uçakla, helikopterle.
Muhammed'in sıkça Hira dağına çıktığı anlatılır.
Deniz seviyesinden yükseldikçe hava yoğunluğu azalır, basınç da öyle.
Oksijenin azalması çeşitli rahatsızlıklara neden olur.
Bunların başında da solunum zorluğu, nefes nefese kalma gelir.
Yüksek dağlarda akciğer ödemine, kalp ve beyin rahatsızlıklarına kadar
hatta ölüme varacak sonuçlara ulaşılır. O nedenle de dağcılar oksijen
takviyesi yaparlar.
Örneğin Fifa, rakımı 2500 metreyi geçen yerlerde uluslararası maçları
yasaklamıştı. Bolivya'nın başkenti La paz 4000 metre yükseklikte ve
burada yapılan bir maçta Brezilyalı futbolcular fenalaşmış ve maske
takmak zorunda kalmıştı.
http://www.bbc.co.uk/turkish/news/st...altitude.shtml
Kırk yaşında bir adam, bırakın 1000 metreyi, bir kaç yüz metre yukarı
doğru dik bir yokuşta yürüsün bakalım. Göğsü daralıyor mu, daralmıyor
mu? Boğulacak gibi oluyor mu olmuyor mu?
Muhammed, bu deneyimi birkaç kez yaşadığı için bu etkiyi çok iyi bilir.