Mustafa
ALICI*
Giriş
Dinler
Tarihi (Religionswissenschaft)[1]
yaklaşık bir buçuk asırdır beşeri bilimler (humanitas) içinde bulunan,
otonomisini ispatlamış, normatif olmayan, her hangi bir dinin ikrarını yapmayan
(non-confessional), mukayeseli ve tarihsel metot kullanan bir disiplin
olarak varlığını sürdürmektedir[2].
Genel
olarak, II. Dünya Savaşı sonrası gittikçe gelişen çağdaş Dinler Tarihi
metodolojisi, sayıları artan beşer bilimlerinin ve yeni araştırma sahalarının
sonucu ortaya çıkan yaklaşımların bu disiplinin özgün teori ve metotları içinde
uygulanmasını ifade eder. Nitekim, genel antropoloji, sosyoloji, psikoloji gibi
sosyal alanlardaki gelişmeler, din bilimindeki teorilere olumlu yansımıştır.
Yine gittikçe gelişen kitle iletişim araçlarının etkisiyle, bilim adamları
klasik dönemden daha farklı olarak, ilgili dokümanlara daha hızlı ve daha çabuk
ulaşacağı uçak gibi ulaşım araçlarıyla bilgisayar, internet gibi teknik vasıta
veya cihazlara sahip olmuşlardır; bunun neticesinde bir Dinler Tarihçisi din
fenomenleri ve dinlerle olan ilişkisindeki mesafeyi azaltmıştır. Bu teknik
imkanların yanında özellikle II. Dünya Savaşı’nın bitimiyle beraber din karşıtı
söylemlerin veya akımların ortaya çıkması (söz gelişi Marxizm’in yükselişi),
dinlerarası diyalog faaliyetlerinin ve bunun yanında batılı olmayan din bilimi
alanındaki gelişmelerin hızla artışı da Dinler Tarihi’nin önemini artırmış ve
metodolojisinde olumlu gelişimlere yol açmıştır[3].
Dışardan
gelen faktörlerin etkileri sadece olumlu olmamaktadır. Bilhassa günümüzde
metodolojiyi etkileyen dış faktörler, çoğu kez Dinler Tarihi’ne ve
metodolojisine meydan okumalar olarak değerlendirilmektedir. Çağdaş Dinler
Tarihi’ne meydan okumalar iki koldan yürümektedir; her geçen gün sosyal
bilimler alanında ortaya çıkan yeni fikir, düşünce ve duyarlılıkların getirdiği
mecburi değişim veya gelişmeler ile Dinler Tarihi’ni çoğu kez doğrudan
etkileyebilecek türden çeşitli yerel ve küresel dinî, seküler, sosyo-politik ve
kurumsal değişimler[4].
Bu
bağlamda gerek “dışarıdan” gerekse “içerden” etkiler sebebiyle çağdaş Dinler
Tarihi metodolojindeki temel problemler, genel olarak üç ana başlık altında
toplanabilir; a. Dinler Tarihçilerinin kişisel yaklaşımlarının yol açtığı
temel sorunlar. b. Doğrudan disipline bağlı problemler. c. Dolaylı
olarak zamanımıza ve/veya yaşayan dinlerin kendilerine bağlı (per se)
problemler.
a.
Günümüz Dinler Tarihçileri, ya klasik dönemin meşhur şahsiyetlerini ya da
çağdaş dönemin önemli kişilerini eleştirerek onların metodolojik yaklaşımlarını
ele almaktadırlar. Bu yönde gelişen metodolojik konular arasında; bilim
adamlarının bulundukları coğrafi konumları ve bu konumların getirdiği kültürel,
jeopolitik durum ve sorunlar ile bulundukları ülkelerin geçmişteki mirasının bu
bilime katkılarından kaynaklanan bazı temel sorunlar (söz gelişi sömürgecilikle
ilgili suçlanmaları veya ideolojik davranmakla eleştirilmeleri) gelmektedir.
Çağdaş Dinler Tarihçi Jacques Waardenburg, Dinler Tarihçileri’nin metodolojik
yönelimlerini ve akademik kişiliklerini etkileyebilecek derecede günümüz Dinler
Tarihi’nin metodolojik açıdan üç ana coğrafik alana bölünmüş olduğunu ileri
sürmektedir; birinci bölgede, etkisi fazla olmayan üçüncü dünya ülkeleri
denilen gelişmekte olan ülkeler yer almaktayken, ikinci bölgede Kuzey Amerika
dahil Batı Avrupa bulunmaktadır. Son olarak ise günümüzde siyasi açıdan
etkisini yitirmiş ama Dinler Tarihi metodolojisi açısından hala batı Avrupa ile
ayrışabilen eski Doğu Bloku ülkeleri gelmektedir. Bu tasnifte ikinci bölgede
sayılan Batı ülkeleri, Dinler Tarihi için çok önemli katkılar sağlayan
yerlerdir. Bu ülkeler, önem sırasıyla, Hollanda, Britanya, Fransa, Almanya,
İtalya, Danimarka, İsveç, Finlandiya ve çok daha yeni olarak A.B.D. ve
Kanada’dır[5].
Söz konusu memleketler, hem doğuşundan gelişimine kadar Dinler Tarihi’ne ve
metodolojisine büyük katkılar sağlamışlardır hem de bu disiplinin kurumsal
olarak şekillenmesine yardım ederek küresel anlamda Uluslar arası Dinler Tarihi
Cemiyeti (IAHR)[6],
kıtasal anlamda Kuzey Amerika Dinler Tarihi Cemiyeti (NAASR)[7]
veya Avrupa Dinler Tarihi Cemiyeti (EASR)[8]
gibi detaylı ve formel yapılar oluşturmuşlar ve ülke bazında çok gelişmiş yerel
Dinler Tarihi cemiyetlerine, bilimsel dergi ve yayın organlarına sahip
olmuşlardır. Son dönemlerde çok az olsa da İsrail, Hindistan, Tayland, Japonya,
Kore, Nijerya ve Endonezya gibi üçüncü dünya ülkelerinden bilimsel katkılar
gelmektedir. Eski Doğu Blokunda ise başta Doğu Almanya olmak üzere, Polonya ve
Rusya önemli akademik katkılar sağlamıştır. Söz gelişi bir zamanlar Doğu
Almanya topraklarında kalan Leibzig Üniversitesi’nin uzun bir Religionswissenchaft
geleneği mevcuttur[9].
Yine
Dinler Tarihçileri’nin kişisel yönelimleri Dinler Tarihi’nin istikametini de
etkileyebilmektedir. Bu bağlamda başlangıcından günümüze kadar süren metot
ve teori tarihine baktığımızda Dinler Tarihi metodolojisinin özetle şu üç temel
safhaya ayrıştığı söylenebilir; birinci safhada bilim adamları, başlıca
metodolojik konu olarak –şimdilerde geniş ölçüde terkedilmiş olan-dinin
kaynağı, evrimi meselesi ve dinin unsurlarını seçmişlerdir. İkinci safha
özellikle II. Dünya Savaşının hemen öncesi ve sonrasındaki ara dönemi ifade
edebilir ve disiplinin kendi otonomisini sağlamlaştırıcı teorilerin yanı sıra
mukayeseli ve fenomenolojik metot konusundaki yaklaşımların arttığı ve ikisi
arasındaki tansiyonların yükseldiği dönem olmuştur. Son safha olarak ise
bilhassa 1970’lerden itibaren dinin modern toplum içindeki mahiyeti ve özü, dinin
her alandaki anlamı ve fonksiyonu gibi konularla birlikte modern ve postmodern meseleler işlenmeye
başlamıştır. Söz konusu meseleler arasında neo-romantizm, ileri sömürgecilik
(post-colonialism), ideoloji ve feminizm zikredilebilir[10].
Dinler
Tarihçilerinin metodolojiye katkısını biraz daha somutlaştırmak mümkündür;
söz gelişi Chicago Üniversitesi’nden Frank Whaling, disiplinin tarihi içinde
bazı önde gelen Dinler Tarihçilere ait özgün çalışmaların metodolojik
ilerlemeye yön verdiğini ileri sürmektedir; ona göre Wilfred Cantwell Smith’in
İslâm ile ilgili araştırmaları ve Eliade’nin Hint dinleri ve ilkel dinlere
yoğun ilgisi olmasaydı, yine Dumezil Hint-Avrupa araştırmalarına dalmasaydı,
metodolojinin teorik çatısı farklı bir mecrada cereyan edebilirdi. Whaling’e
göre bu açıdan Dinler Tarihçinin bizzat kullandığı dinî veriler ile onun zihninde şekillenen teori
içice geçmiş vaziyette olmuştur. Neticede günümüzde çok sayıda bilim adamı, bu
geleneği sürdürerek öncelikle büyük din veya etkin geleneklerden gelen
yığınlarca veriye rağbet etmekte ve bu verilere dayanarak teorilerini
oluşturmaktadır[11]. Bu
konuyu biraz daha genelleştirirsek bir Dinler Tarihçi, söz gelişi Budizm uzman
ise hem doğu dillerini hem de onlara ait disiplinleri bilmekle yetinirken,
Yakın Doğu çalışmak isteyen bir araştırmacı, sadece semitik dilleri değil aynı
zamanda bölgenin kadim tarihini ve arkeolojisini de öğrenecektir. En zor olanı
ise yerel dillere hakim olmanın yanında çağdaş etnografik metotları ve sosyal
antropoloji teorilerine nüfuz etmek mecburiyetinde olan Afrika yerel dinleri
uzmanlarının işidir[12].
b. Metodolojiyi
etkileyen disipline ait çağdaş konular arasında din kavramıyla ilgili
tanımlar ve bu tanımlara yönelik çağdaş eleştiriler, dinin özü ve fenomenleri
yorumlama, anlama ve anlamlarını ortaya çıkarmaya yönelik hermönetik
gerilimler, dinlerin tasnifleri ve tipolojileriyle ilgili klasik döneme yönelik
eleştiriler bulunur. Buna ilave olarak, yeni tarihsel metot (new historisizm)
ve yeni mukayeseli metot (new comparativism) tartışmaları, dindar bilince
yönelik yeni kognitif yaklaşımlar, dinin etnik (etnicity) veya çevresel konumu
(Contextualism), dinî tecrübe, akıl-din ilişkisi, mitoloji, dinde rasyonalite,
ritüel ve kutsal-profana özgün sorunlar, dindeki sosyal formasyonlar, dinî yapılar
(structures), dünya görüşleri ve dinî otorite gibi konular da sayılabilir.
c.
Son olarak zamana ve dinlerin kendilerine bağlı olarak gelişen metodolojik
problemler arasında çağdaş dönemde yaşayan dinlerin durumları, bilhassa
birbirleriyle ilişkileri (dinlerarası diyalog, karşılıklı polemikler veya
çatışmalar), özellikle dindarları ve kültürlerini ele alan antropolojik
konularla modernizm, postmodernizm, senkretizm, yeni dinî grup veya akımlar
sayılabilir[13].
Bu
genel tasnif ışığında çalışmamız, günümüz Dinler Tarihi disiplininde özellikle
1980’lerden itibaren önemli Dinler Tarihi eserlerinde ortaya çıkan ve doğrudan
veya dolaylı yollardan metodolojinin gündemini meşgul eden, metodolojik ve
teorik çatıya katkı sağlayan problemlerden bir kısmını ele alacaktır. Bu
çalışma, bir bakıma çağdaş Dinler Tarihçilerin metot açısından kısmen nelerle
uğraştığını da ipuçları olarak bizlere sunacaktır. Hemen belirtelim ki bu
problemler, fonksiyonel açıdan Dinler Tarihi’nin otonomisine olumlu katkılar
sağlayacak ve onu diğer din bilimlerinden bağımsızlaştıracak güçte olup, bir
anlamda akademik bir şahsiyet olarak Dinler Tarihçi’nin çağdaş kimliğini,
yönelimini ve geleceğini belirginleştiren tesirli yaklaşımların oluşmasına
yardım edebilecektir.
ALICI*
Giriş
Dinler
Tarihi (Religionswissenschaft)[1]
yaklaşık bir buçuk asırdır beşeri bilimler (humanitas) içinde bulunan,
otonomisini ispatlamış, normatif olmayan, her hangi bir dinin ikrarını yapmayan
(non-confessional), mukayeseli ve tarihsel metot kullanan bir disiplin
olarak varlığını sürdürmektedir[2].
Genel
olarak, II. Dünya Savaşı sonrası gittikçe gelişen çağdaş Dinler Tarihi
metodolojisi, sayıları artan beşer bilimlerinin ve yeni araştırma sahalarının
sonucu ortaya çıkan yaklaşımların bu disiplinin özgün teori ve metotları içinde
uygulanmasını ifade eder. Nitekim, genel antropoloji, sosyoloji, psikoloji gibi
sosyal alanlardaki gelişmeler, din bilimindeki teorilere olumlu yansımıştır.
Yine gittikçe gelişen kitle iletişim araçlarının etkisiyle, bilim adamları
klasik dönemden daha farklı olarak, ilgili dokümanlara daha hızlı ve daha çabuk
ulaşacağı uçak gibi ulaşım araçlarıyla bilgisayar, internet gibi teknik vasıta
veya cihazlara sahip olmuşlardır; bunun neticesinde bir Dinler Tarihçisi din
fenomenleri ve dinlerle olan ilişkisindeki mesafeyi azaltmıştır. Bu teknik
imkanların yanında özellikle II. Dünya Savaşı’nın bitimiyle beraber din karşıtı
söylemlerin veya akımların ortaya çıkması (söz gelişi Marxizm’in yükselişi),
dinlerarası diyalog faaliyetlerinin ve bunun yanında batılı olmayan din bilimi
alanındaki gelişmelerin hızla artışı da Dinler Tarihi’nin önemini artırmış ve
metodolojisinde olumlu gelişimlere yol açmıştır[3].
Dışardan
gelen faktörlerin etkileri sadece olumlu olmamaktadır. Bilhassa günümüzde
metodolojiyi etkileyen dış faktörler, çoğu kez Dinler Tarihi’ne ve
metodolojisine meydan okumalar olarak değerlendirilmektedir. Çağdaş Dinler
Tarihi’ne meydan okumalar iki koldan yürümektedir; her geçen gün sosyal
bilimler alanında ortaya çıkan yeni fikir, düşünce ve duyarlılıkların getirdiği
mecburi değişim veya gelişmeler ile Dinler Tarihi’ni çoğu kez doğrudan
etkileyebilecek türden çeşitli yerel ve küresel dinî, seküler, sosyo-politik ve
kurumsal değişimler[4].
Bu
bağlamda gerek “dışarıdan” gerekse “içerden” etkiler sebebiyle çağdaş Dinler
Tarihi metodolojindeki temel problemler, genel olarak üç ana başlık altında
toplanabilir; a. Dinler Tarihçilerinin kişisel yaklaşımlarının yol açtığı
temel sorunlar. b. Doğrudan disipline bağlı problemler. c. Dolaylı
olarak zamanımıza ve/veya yaşayan dinlerin kendilerine bağlı (per se)
problemler.
a.
Günümüz Dinler Tarihçileri, ya klasik dönemin meşhur şahsiyetlerini ya da
çağdaş dönemin önemli kişilerini eleştirerek onların metodolojik yaklaşımlarını
ele almaktadırlar. Bu yönde gelişen metodolojik konular arasında; bilim
adamlarının bulundukları coğrafi konumları ve bu konumların getirdiği kültürel,
jeopolitik durum ve sorunlar ile bulundukları ülkelerin geçmişteki mirasının bu
bilime katkılarından kaynaklanan bazı temel sorunlar (söz gelişi sömürgecilikle
ilgili suçlanmaları veya ideolojik davranmakla eleştirilmeleri) gelmektedir.
Çağdaş Dinler Tarihçi Jacques Waardenburg, Dinler Tarihçileri’nin metodolojik
yönelimlerini ve akademik kişiliklerini etkileyebilecek derecede günümüz Dinler
Tarihi’nin metodolojik açıdan üç ana coğrafik alana bölünmüş olduğunu ileri
sürmektedir; birinci bölgede, etkisi fazla olmayan üçüncü dünya ülkeleri
denilen gelişmekte olan ülkeler yer almaktayken, ikinci bölgede Kuzey Amerika
dahil Batı Avrupa bulunmaktadır. Son olarak ise günümüzde siyasi açıdan
etkisini yitirmiş ama Dinler Tarihi metodolojisi açısından hala batı Avrupa ile
ayrışabilen eski Doğu Bloku ülkeleri gelmektedir. Bu tasnifte ikinci bölgede
sayılan Batı ülkeleri, Dinler Tarihi için çok önemli katkılar sağlayan
yerlerdir. Bu ülkeler, önem sırasıyla, Hollanda, Britanya, Fransa, Almanya,
İtalya, Danimarka, İsveç, Finlandiya ve çok daha yeni olarak A.B.D. ve
Kanada’dır[5].
Söz konusu memleketler, hem doğuşundan gelişimine kadar Dinler Tarihi’ne ve
metodolojisine büyük katkılar sağlamışlardır hem de bu disiplinin kurumsal
olarak şekillenmesine yardım ederek küresel anlamda Uluslar arası Dinler Tarihi
Cemiyeti (IAHR)[6],
kıtasal anlamda Kuzey Amerika Dinler Tarihi Cemiyeti (NAASR)[7]
veya Avrupa Dinler Tarihi Cemiyeti (EASR)[8]
gibi detaylı ve formel yapılar oluşturmuşlar ve ülke bazında çok gelişmiş yerel
Dinler Tarihi cemiyetlerine, bilimsel dergi ve yayın organlarına sahip
olmuşlardır. Son dönemlerde çok az olsa da İsrail, Hindistan, Tayland, Japonya,
Kore, Nijerya ve Endonezya gibi üçüncü dünya ülkelerinden bilimsel katkılar
gelmektedir. Eski Doğu Blokunda ise başta Doğu Almanya olmak üzere, Polonya ve
Rusya önemli akademik katkılar sağlamıştır. Söz gelişi bir zamanlar Doğu
Almanya topraklarında kalan Leibzig Üniversitesi’nin uzun bir Religionswissenchaft
geleneği mevcuttur[9].
Yine
Dinler Tarihçileri’nin kişisel yönelimleri Dinler Tarihi’nin istikametini de
etkileyebilmektedir. Bu bağlamda başlangıcından günümüze kadar süren metot
ve teori tarihine baktığımızda Dinler Tarihi metodolojisinin özetle şu üç temel
safhaya ayrıştığı söylenebilir; birinci safhada bilim adamları, başlıca
metodolojik konu olarak –şimdilerde geniş ölçüde terkedilmiş olan-dinin
kaynağı, evrimi meselesi ve dinin unsurlarını seçmişlerdir. İkinci safha
özellikle II. Dünya Savaşının hemen öncesi ve sonrasındaki ara dönemi ifade
edebilir ve disiplinin kendi otonomisini sağlamlaştırıcı teorilerin yanı sıra
mukayeseli ve fenomenolojik metot konusundaki yaklaşımların arttığı ve ikisi
arasındaki tansiyonların yükseldiği dönem olmuştur. Son safha olarak ise
bilhassa 1970’lerden itibaren dinin modern toplum içindeki mahiyeti ve özü, dinin
her alandaki anlamı ve fonksiyonu gibi konularla birlikte modern ve postmodern meseleler işlenmeye
başlamıştır. Söz konusu meseleler arasında neo-romantizm, ileri sömürgecilik
(post-colonialism), ideoloji ve feminizm zikredilebilir[10].
Dinler
Tarihçilerinin metodolojiye katkısını biraz daha somutlaştırmak mümkündür;
söz gelişi Chicago Üniversitesi’nden Frank Whaling, disiplinin tarihi içinde
bazı önde gelen Dinler Tarihçilere ait özgün çalışmaların metodolojik
ilerlemeye yön verdiğini ileri sürmektedir; ona göre Wilfred Cantwell Smith’in
İslâm ile ilgili araştırmaları ve Eliade’nin Hint dinleri ve ilkel dinlere
yoğun ilgisi olmasaydı, yine Dumezil Hint-Avrupa araştırmalarına dalmasaydı,
metodolojinin teorik çatısı farklı bir mecrada cereyan edebilirdi. Whaling’e
göre bu açıdan Dinler Tarihçinin bizzat kullandığı dinî veriler ile onun zihninde şekillenen teori
içice geçmiş vaziyette olmuştur. Neticede günümüzde çok sayıda bilim adamı, bu
geleneği sürdürerek öncelikle büyük din veya etkin geleneklerden gelen
yığınlarca veriye rağbet etmekte ve bu verilere dayanarak teorilerini
oluşturmaktadır[11]. Bu
konuyu biraz daha genelleştirirsek bir Dinler Tarihçi, söz gelişi Budizm uzman
ise hem doğu dillerini hem de onlara ait disiplinleri bilmekle yetinirken,
Yakın Doğu çalışmak isteyen bir araştırmacı, sadece semitik dilleri değil aynı
zamanda bölgenin kadim tarihini ve arkeolojisini de öğrenecektir. En zor olanı
ise yerel dillere hakim olmanın yanında çağdaş etnografik metotları ve sosyal
antropoloji teorilerine nüfuz etmek mecburiyetinde olan Afrika yerel dinleri
uzmanlarının işidir[12].
b. Metodolojiyi
etkileyen disipline ait çağdaş konular arasında din kavramıyla ilgili
tanımlar ve bu tanımlara yönelik çağdaş eleştiriler, dinin özü ve fenomenleri
yorumlama, anlama ve anlamlarını ortaya çıkarmaya yönelik hermönetik
gerilimler, dinlerin tasnifleri ve tipolojileriyle ilgili klasik döneme yönelik
eleştiriler bulunur. Buna ilave olarak, yeni tarihsel metot (new historisizm)
ve yeni mukayeseli metot (new comparativism) tartışmaları, dindar bilince
yönelik yeni kognitif yaklaşımlar, dinin etnik (etnicity) veya çevresel konumu
(Contextualism), dinî tecrübe, akıl-din ilişkisi, mitoloji, dinde rasyonalite,
ritüel ve kutsal-profana özgün sorunlar, dindeki sosyal formasyonlar, dinî yapılar
(structures), dünya görüşleri ve dinî otorite gibi konular da sayılabilir.
c.
Son olarak zamana ve dinlerin kendilerine bağlı olarak gelişen metodolojik
problemler arasında çağdaş dönemde yaşayan dinlerin durumları, bilhassa
birbirleriyle ilişkileri (dinlerarası diyalog, karşılıklı polemikler veya
çatışmalar), özellikle dindarları ve kültürlerini ele alan antropolojik
konularla modernizm, postmodernizm, senkretizm, yeni dinî grup veya akımlar
sayılabilir[13].
Bu
genel tasnif ışığında çalışmamız, günümüz Dinler Tarihi disiplininde özellikle
1980’lerden itibaren önemli Dinler Tarihi eserlerinde ortaya çıkan ve doğrudan
veya dolaylı yollardan metodolojinin gündemini meşgul eden, metodolojik ve
teorik çatıya katkı sağlayan problemlerden bir kısmını ele alacaktır. Bu
çalışma, bir bakıma çağdaş Dinler Tarihçilerin metot açısından kısmen nelerle
uğraştığını da ipuçları olarak bizlere sunacaktır. Hemen belirtelim ki bu
problemler, fonksiyonel açıdan Dinler Tarihi’nin otonomisine olumlu katkılar
sağlayacak ve onu diğer din bilimlerinden bağımsızlaştıracak güçte olup, bir
anlamda akademik bir şahsiyet olarak Dinler Tarihçi’nin çağdaş kimliğini,
yönelimini ve geleceğini belirginleştiren tesirli yaklaşımların oluşmasına
yardım edebilecektir.